#cerahat güncesi
Explore tagged Tumblr posts
Text
Yol Sahiden Nereye!
Şiddet, kırım ve bolca paradoks içerisinde yüzüyor memleketin yenisi. Yenilendiği anılıp, zikredilip, işaretlenen bir yerde geçmişin nasıl da geçip gitmediğini muştulayan haller ve hamlelerin yekununda cürümlerle birlikte bir hayat imgesi çürümeye terk ediliyor. Seçim, oy, demokrasi, eşitlik, adalet gibi kavramların önü alınabilsin diye kırk kere tekrarlanmış bir senaryonun zikredildiği bir kırım çabası tezgahta işleniyor. 2015 yılında var edilmiş ol mağlubiyetin ardından bir türlü kurulamayan iktidar yüzünden tarihinin en karanlık haller ve günlerini geçirerek ikinci bir seçimi var eden ülkenin ulaştığı katran karasının tekrarına çabalar gizli değil ulu orta var ediliyor. Şiddeti övmek serbest kılınıyor. Kırım için nerede bir fırsat varsa bu değerlendiriliyor. Kendilerinin de savuna geldiği barış idesinin tapusu, yönelimi sadece kendilerindeymiş gibi, memleketten gidersek, el çektirilirsek sonunuz hiç de iyi olmazlara bağlanıyor hayat kademe, kademe her gün her yerde bir kere daha.
Nefret dilini kullanırken elini korkak alıştırmayan baş amirin vurgularından, kendisini hal ve gidişat içerisinde halen içişleri bakanı zanneden bir temsilin suna geldiği alttan alta destek çıktığı hizalama / kin kusma / linç ettirme pratiklerine bir devinime devam olunur. Seçim kaç turdur, birinci turda iş biter mi, ikincisine kalır mı yollu göndermelerin ortasını ol “on dört gün” yakalanabilecek fırsat dahilinde memleketi bir kere daha cehennemin bizzat sureti temsiline dönüştürme gailesi gibi nice tevatür aralıktan sızdırılır. Baş amirin ta kendisinden başlayarak bir çirkefleşme, çeteleşmenin ta kendisinin her nasıl bina edilmiş olageldiğini muştulayan ifşalar da cabasıdır. Beşli çete nam yapı / kolektifin tümü 418 milyar dolarlık yağmasının geri isteneceğinin duyurulması sonrasında çıkagelen bütün o katmerli yalanlar, engellemelere rağmen başta Kemal Kılıçdaroğlu ve destekçisi siyasi partilerin pratikleriyle kötülüğe karşı mücadelenin elzem hali yeniden tanımlandırılır. Durum sanılan gibi, sanıldığından da kalıcı bir yıkıma rehinelik yahut da sahiden hayata varabilmenin eşiğidir.
Evrensel Gazetesi’nden aktaralım: “Millet İttifakının Cumhurbaşkanı adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu sosyal medya hesabından "Bay Kemal çıktığı yoldan asla dönmez. Milletimiz için, milletimizle birlikte. Allah yardımcımız olsun" notuyla bir video paylaştı. Videoda, Kılıçdaroğlu'nun grup toplantısında tehditlere karşı yaptığı açıklaması yer aldı.
Kılıçdaroğlu'nun Twitter hesabından yayımladığı yayımladığı videoda 17 Ocak 2023'te partisinin grup toplantısında yaptığı konuşma yer aldı. Kılıçdaroğlu açıklamasında şunları söylemişti:
“Silahlı insanların olduğu reklamla güya beni tehdit ediyorlar. O resimdeki mesaj net: sizin için geleceğiz diyorlar. Bu paramiliter artıklar daha büyük bir resmin sadece bir parçası. Her şeyin temelinde aslında tek bir şey var para, çok para... Doymayacakları kadar para. Halkımızdan çalınan bu para ve bu parayı çalan beşli çeteler var. Bunların kod ismi beşli. Aslında bunlar binlerce. Bu iktidar döneminde çalınan, çetelerin çaldığı mafya artıklarının çaldığı, uyuşturucu baronlarının çalıdığı 418 milyar dolar. Sonra çıktım çok açık bir biçimde söyledim. Defterinize yazdım sizden, 418 milyar doları iktidarımızda tahsil edeceğiz ve alacağız. Önce benimle konuşmak istediler. Anlaşmak istediler. Kapıyı yüzlerine kapattım! Her türlü operasyona başvurdular. Ve artık son aşamaya geldik; silah ve suikast tehditleri. Son uyarılarını yapıyorlar akıllarınca. Be gafiller, be şerefsizler, be akılsızlar, be müptezeller, be çakallar! Siz mi beni korkutacaksınız? Sizin önünüze diz çöküp yaşamaktansa, ayakta ölmeyi tercih ederim! Hodri meydan, gelin görüşelim. Ha Allah nasip eder de yaşarsak, hayatınız boyunca görüp göreceğiniz en büyük kabus olmaya devam edeceğim. Eğer bana bir şey olursa halkıma emanetimden o 418 milyar doları siz tahsil edeceksiniz. Her kuruşunu 85 milyona tahsil edeceksiniz. Benim size vasiyetimdir.”
O sırada baş amirin var ettiğidir, onu da aktaralım: “İstanbul Sultangazi düzenlediği seçim mitingde sahte Kemal Kılıçdaroğlu videosunu izletmek istediği sırada aksaklık yaşayan Recep Tayyip Erdoğan, danışmanı Orhan Karakurt'a fırça attı. Erdoğan, "Ya Orhan bunlar manyak mıdır nedir! Beni küfrettirmeyin! Geri alacak icabında" diye fırça attı.
Erdoğan, daha önceki seçim mitinglerinde de gösterdiği, manipülatif şekilde montajlanmış sahte "Haydi" videosunu Sultangazi'de de izletti. Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Haydi, birlikte sandığa" çağrısı yaptığı reklam filmine PKK mensuplarının montajlanmasıyla oluşturulan söz konusu sahte videonun ekrana yansıtılacağı sırada aksaklık yaşanması ise gerilime neden oldu.
"Seni başkan yaptırmayacağız" sözleri sonrası tutuklanan, tahliye kararlarına ve AİHM hükmüne rağmen yaklaşık 7 yıldır cezaevinde tutulan Selahattin Demirtaş'ı hedef alıp Kılıçdaroğlu'na yüklenen Erdoğan, "Şimdi ne diyor bak bakalım. Şimdi Selo'yu kurtaracak" dedikten sonra bir süre durakladı.
Bu sırada sahnenin kenarında bulunan danışmanı Orhan Karakurt'un, Erdoğan'ın önündeki monitörleri ve kulaklarını işaret ederek teknik ekip ile sert şekilde konuştuğu görüntülere yansıdı. Erdoğan da Karakurt'a dönerek asgresif şekilde "Ya Orhan bunlar manyak mıdır nedir!" dedi. Karakurt ise "Yeni ekip. Yani mahvolduk ya vallahi" yanıtını verdi. Erdoğan ise "Beni küfrettirmeyin! Küfrettirmeyin! Geri alacak icabında" diyerek Karakurt'u fırçaladı.
Ardından konuşmasına devam eden Erdoğan, sahte videoyu izleterek şu sözleri sarf etti:
"Bunun bir Selo'su var. Bay bay Kemal'in Selo'su. 'Selo'yu kurtarmak istiyorsanız oyu bana vereceksiniz' diyor. İşten bunlar şimdi hep teröristler. Bu teröristler ile beraber yürüyor bay bay Kemal. Bu Selo ne yaptı, Diyarbakır'da… Buyurun, bak şu görüntüye tekrar geri dönelim. Kimlerle haydi diyor. Kandil'in teröristleriyle haydi diyor…"
Her tarafından sapır sapır dökülmeye devam diyen düzenin aslında her nasıl yürütüldüğü de gözler önündedir. Bir tarafın yok edilmiş umutlara, elden çalınmış milyarlara dair sözü ve hesap sorma istemi, diğer yanın duraksamadan ezber ettiği, ezber bildiği, kötülüğünde yön / yol açmaya çabaladığı zeminin katran karanlığı çıkagelir. Salt baş efendinin kendisi değil, beraberindeki tüm avenesi ile birlikte kurumsallaştırılmış nefretin / ayrıştırılamayan o şiddet isteminin ve bir tabi ki Kemal Kılıçdaroğlu ekseninde, Aleviliğinden, ötekilere ol öteki sanılanlara dair tüm kelamları çoraklaştırmak, ıssızlaştırmak ve unutturma gailesinin evreleri arşınlanır. Bitimsiz bir hal ve daimi bir tevatürle birlikte rakip olarak kolay lokma sayılana dahi bunlar ve nicesi reva görülür ki, upuzun bir hikayedir Türkiye’de siyasetin her neyi var ettiğini gösterecek bir utanmazlık sarmalıdır mesele.
Şiddet, nefret ve aralıksız korkuların salındığı bir cerahat menziline dönüştürülmüş olagelen yerin hikayesine tamam mı, devam mı kararı nihayetinde verilecektir Türkiyeli halklar eliyle. Dolambaçlı, uzun uzun bir tahakküm karşısında sıradan insanların elinde kalakalan tek hak olarak zikredilen oy / rey ile birlikte bir katran karanlığına devam mı, yoksa her şekilde yeniden yola çıkılacak, dahası unutturulan demokrasiyi inşa ederek bir restorasyona girişebilecek midir memleket bunun arafındadır yer, zemin, şu ülke. Arasız, fasılasız bir biçimde en sonunda saçmalama boyutunu aşan bir iğneleme halini sahiplenen o da kesmeyip küfür ettiğini bile algılamadan dan dun sallayan bahçesiz efendinin hiddeti zaten olan biteni de özetlemektedir. Baş amirin kurgusunun, montajlarının, yalanlarla bir ve beraber çakma goebbels eliyle suna geldiği itham / yafta ve kırım hallerinin yamacında oluşturulan çeper zaten memleketi çoktan iki kutba ayrıştırmıştır. Gören gözler için ne kadar hazin bir tablonun var edildiği, düşman, hain, mihrak, terörist, affedersiniz, biliyorsunuz, sürtük, çürük, ahlaksız, kitapsız, dinsiz, imansız uzaya giden bir sürünceme taşımayan kin gütme halinde bizatihi birinci elden yürütülen bir simya ile sunulandır. Yol nereye?
Genel geçer değil, ibadethaneleri birer siyasal islami / dinci kurgular için zemin, sahne kılan, bunu yeterli görmeyip, hutbelerden, fetvalara sürekli olarak baş amire güzellemeler, bolca da sabırlar var edilen, dikte edilen bir zeminde, demokrasinin, eşitliğin ve hürriyetin vardığı eşik düşündürücü değil midir, hala değil midir? Madun siyaset, pragmatist halleri, düşman yaratacağım diye çıkagelen nice uydurma halle sürekli kaşınırken memleketin tüm hatları, bağlar kesintisiz kopartılmaya devam olunurken komşularla, yol nereye sahi ama sahiden de? Asırlık bir ülke tahayyülünün toplamında, yeniden kötülüğü vaz ederek, en başa kutsiyet atfedilmiş oysa insanların var ettiği bir devlet kurgusunu, düşmanlaştırma ve ötekileştirme için stepne kılan bir akılla yol nereyedir, hangi karanlıklara?
Hepinizin malumu olduğu üzere, bütün tanımlardan öte halen düşman, kötü, küfre özne bilinen kırk beş küsur bin Ermeni’den birisi olarak şu aşağıdaki Nor Zartonk inisiyatifinin sunduğu şeyi de göz önünde bulundurursak yol nicedir, sahiden? “21 yıldır sürmekte olan ve her geçen gün daha da otoriterleşen AKP iktidarı, toplumun tüm kesimlerinde olduğu gibi Ermenilerde de onarılmaz yaralar açmıştır. Vakıf ve patriklik seçimlerine yapılan doğrudan ve dolaylı müdahaleler ile Ermeni halkının sadece maddi kaynakları değil çok daha kıymetli ve sınırlı olan insan kaynağı da aşındırılmıştır. Liyakatsizlik ve vasatın tahakkümü genelde Türkiye halkları özelde ise Ermeniler nezdinde benzer sonuçlara yol açmıştır. Nitekim bu yozlaşmanın açık örneklerinden biri olarak, geçtiğimiz günlerde AKP milletvekili adayının, “kayyum patrik” himayesinde Ermeni Kilisesinde din adamları ile birlikte seçim çalışması yürütmesine şahit olduk. Bugün Ermeni Kilisesini siyasallaştırarak ikballeri uğruna firavunların yanında saf tutanlar yarın “iğnenin deliğinden geçebilirler” mi bilinmez ama Ermeni halkın hafızasından silinmeyecekleri kesindir.” Düşünür müydünüz, misal?
Şiddet, kırım ve bolca paradoks içerisinde yüzüyor memleketin yenisi, yenilenmiş denilen bu sahnesi. Kötülüğün, arşıalaya çıkmış olagelen cerahat k��ltünün, ötekisini yok sayma hal ve istemlerinin kıyısında bir ülke dönüşümü süreğen kılınıyor. Durmak yok yola devam tahayyülünün, sloganlaştırılmış olan içeriğinin var ettiği tek şey, geçmişten el aldığı tekil / tektip, tek düşün imalatının sabit olunmasıdır. Bugün varılan eşikte yirmi bir yıl içerisinde zaten toplumun hemen her kesimi kendi payına düşürüleni aldı, bir kalıbın içerisine mahkum edildi. Tırpanlanan, engellenen, hakir görülen ve dahası çalınan her şey bir müşterek ülke tahayyülünü de imha etti, ediyor, edecek. Görünen köy kılavuz istemiyor artık. Yirmi bir yıllık iktidar pratiğinin suna geldiği şeyin ışıltılı ambalajı, neon lambaları, tek adam imgesi ve kurgusu ötesinde, dışında sonsuz bir karanlığa çıka geldiği unutturulmak isteniyor. Oysa daha üç ayı yeni geçmiş olan deprem felaketinin vurduğu ol illerden görünüyor her şey.
Yıkımın yok ettiği kentlerin etraflarının kuşatıldığı, yaşamın her anlamda zehir edildiği bir coğrafya, kadermiş gibi dayatılıyor, yaralar henüz kanamaya devam ederken, sahiden? Sözün özü, lafın kısası, akp ve baş amirin yeni ülkesi o alışılageldik gündelik rutini dahi imkansız koydu. Hayata dair en ufak bir olumlamayı bile çok görerek, yaraların sarılabilmesi, insani koşullarda bir hayatın tesisi, demokrasisi, eşitliği, adaleti çok görüldü, çok bilindi. Hikayenin gerisinin her nasıl getirileceğine seksen beş milyonun aksiyonunun her ne olacağı pazar günü yapılacak seçimlerde meydana çıkacaktır, muhakkak. Bildiğimiz ezber ettiğimiz hallerle, bir kabustan başkasına mı uyanılacak, yoksa, yeniden bu defasında bambaşka idelerle sorgulayan, müştereken hayatı umursayan, her türlü eksikliğe rağmen demokrasinin yaşatılabilirliği için çabalayacak bir temsil mi gelecektir, yaşayarak göreceğizdir. Bir tevatür değil her şeyin çürümeye, kötülüğe esaretine tanıklık edip ah vah çekilecektir ya da bütün bu kaos haline cidden bir son verilecektir. Her şey ortada, anlatmaya hiç gerek yok...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Ankara’dan Bir Kesit – Reuters – Arab Weekly
#siyasa#pragmatizm#söylem#sağcılık#akp#erdoğan#kötürüm#yıkım güncesi#yol nereye?#adalet#eş#eşitlik#hürriyet#demokrasiye ne oldu#bu nasıl ülke#cerahat#mücadele#müştereklerimiz#söz hakkı#azınlıklar#yordam#hükümet#kölelik düzeni#neoliberalizm#can yakar#mana#meram#politik#metinler#iz
0 notes
Text
Sınama
Makbul bulunan ötesinden bir sınama halinin her güne içkin kılındığı bir dünyanın bizzat kendisine rehin kılınıyoruz. Yeni dünya düzeni diye çıkagelen yönelim / tahayyül pratiği ve eylem sahanlığının sunduğu her şey bu sınama halini her günün başat ögesi kılıyor her an. Toplumu biteviye bir sarma, kuşatma halinin orta yerinde yaşam derdest olunuyor. Ne başı, ne dibi belirgin olagelen bir bütün cerahatten beslenen, yön gösteren bir karanlığın güncesi bina olunuyor. Makul addedilenler yaşam pratiğinin her anlamda zorlandığı tüm o sınırlarının da alt üst edildiği bir zeminde, terör, tehdit ve tahakküm üçlüsü filizleniyor devletçe. Bir tahakküm veçhesi üstünden bir o yana bir bu yana savruluyoruz. Tümüyle, belirgin bir biçimde yerli ve milli diye anılanın suna geldiği her şey daraltılmış bir saha, keskin hatları olan bir zorbalık rejimini işaret ediyor. Coğrafyanın sunduğu yıkıcılığın en önemli aktörlerinden biri olan bir devletin yaşamı sınama halin mütemadiyen güncellene geliyor. Sanılanın ötesinde bir hızla her gün aynı tarumar ediliyor. Bu sınama halinin var ettiği her yıkım yepyeni yarınları bina ediyor. Girift, katran karası ve sonu belirsizliklerin kılınmış bir yarın.
Sınama hali her günü bambaşka veçhelerle dönüştürürken olmakta olan kalıcı bir kırılma halinin mütemadiyen güncellenmesidir. Baş efendi ve şürekasının, sermaye kodamanları ve asalakları ve yancıları olagelenlerin elinde bir ülkenin kaderi, mavi kürenin kalanında olduğu gibi zehirlenir. Coğrafya kederdir aynı zamanda da insafsızca tahakkümün esareti altına alınabilen hayatların sahnesidir. Vurgusu, iması, yönelimi her daim sıradan insanlar için tersine işleyen bir güncelliği Batı’da yükselen ırkçılık gibi baskın kılan bir faşist çatı, zümreyle beraber kurumsallaştıran devletin sıradana vereceği yegane şey daha kalıcı ve kati azaptır. Ekonomik cenderenin yükü günbegün ağırlaştırılmış olagelen bir sınama hali ve istemini barındırırken, asgari ücret ve bir katıyla yaşamaya çalışan milyonlarca insana o halin sorumlusu olaraktan göçmenlerin gösterilmesi misal bir örnektir. Tehdidin birisi var edilmeden bir başkasını güncelleyenler eliyle, bırakalım ötekisini, bu toprağın kendisi içinden olagelen insana dahi tahayyül olunamadığını gördüğümüz bir karşılık var edilir. Her punt bulunduğu vakit başka şeyler üstünde bir cerahat imal edilir. Kötülüğün varlığı, arşıalaya çıktığı bir zeminde muteber olagelen nefretten mülhem bir çıkarsama denilerek kısadan kestirilir. Oysa sınama o mülteci / göçmen için de, buralı olan gayrimüslim ve ol Alevi için de ya da Kürt halkı için de benzeştir. Bir türlü Türk sayılmayanlar, onlarda ya da devri sabık iktidarın onayını bulamayan herkes için zorluk hayatın kuşatıldığı, evden o sokağa adım atıldığı dakika başlayan bir mefhumdur. Makbul olanın tersinde yürüyen bir ülkenin vahametle entegre olmuş suretinin nesi yenidir ki, yüz koca yıldan uzunca zaman aynı / bir örnek yabancılaştırma haline devam olunurken, düşünüyor musunuz?
Bu sınama hallerinin yekunu bir yeni dünya düzeni gerekliliği olarak işlevsellik kazanır. Ol muktedir ve avenesinin güdümündeki medyadan, fikir sahnesine, gündelik yaşam hal ve isteminin çepeçevre kuşatılmasında hedef hep başkası olarak zikredilir. Sorumluların o sorumluklarına dair en ufak bir teşebbüse dahi zemin bırakmadan kendilerini akladıklarını sandıkları zemindir Türkiye’nin yenisi. Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “İnsan Hakları Derneği (İHD) Amed Şubesi, son dönemlerde HÜDA-PAR’lı grupların kentteki saldırılarına dair adliye önünde açıklama yaptı. Açıklamaya, İHD Eş Genel Başkanları Eren Keskin, Hüseyin Küçükbalaban, sivil toplum örgütleri temsilcileri ile çok sayıda kişi katıldı.
Yetkilileri göreve çağırdı
Açıklamada konuşan İHD Eş Genel Başkanı Küçükbalaban, 90’lı yıllarda Kurdistan’da işlenen faili meçhul cinayetlerin merkezinin Amed ve Êlih (Batman) olduğunu belirterek, kentte son dönemde artan saldırılara dikkati çekti.
Hem dans okulundakilere, hem bir sitede havuza giren kadınlara yönelik saldırılar hem de kamuoyuna yansıyan diğer videoların topluma korku salmaya yönelik olduğunu dile getiren Küçükbalabani “‘Sizin ağa babalarınızı öldürmüşüz daha mezarları belli değil, siz kimle konuşuyorsunuz’ gibi kullanılan bu dilin devlet tarafından dikkate alınması gerektiğini düşünüyoruz. Daha dün kayıp yakınlarının 803’üncü eylemine katıldık. Devletin bu söylemlerde bulunanları gözaltına alıp ‘Hangisini öldürdünüz?’, ‘Kim öldürdü, bunları biliyor musunuz?’ diye sorması gerekmez mi? Buradan bütün yetkilileri, İçişleri Bakanını ve Adalet Bakanını göreve çağırıyoruz” diye belirtti.
‘Devlet korumasında ortaya çıktılar’
Dini inanç ve inançsızlığın kişinin kendisiyle bağlantılı olduğunu belirten İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin ise konuşmasında şu ifadeleri kullandı:
“Herkes inanmak ve inanmamak konusunda özgür olmalı, ama 90’larda birçok insanımızı katleden bir zihniyetin yeniden ortaya çıktığını görüyoruz. Bugün başka bir yöntemle devlet korumasında ortaya çıktılar. Burger dükkanlarını bastılar, dans eden insanlara saldırdılar yaraladılar. Havuza girmeye çalışan özellikle kadınları engellemeye çalıştılar. Bunlar bize tabiri caizse sökmez. Herkesin inancı doğrultusunda özgürce yaşamasını savunan bir örgütüz. Devlete sesleniyoruz: Yapmayın, çok acı çektik daha fazla çekmek istemiyoruz.”
‘Cinayetleri tekrarlamakla tehdit eden yaklaşım kabul edilemez‘
Daha sonra açıklamayı okuyan İHD Amed Şubesi Başkanı Ercan Yılmaz, artan saldırıların toplumsal barışa ve kentteki ortak yaşam kültürüne zarar verdiğini söyledi. Yılmaz, yaptıkları sağduyu çağrısına rağmen saldırıların durmadığını ifade ederek; 90’lı yıllarda çok sayıda Kürt aydını, insan hakları savunucusu, siyasetçi ve sivil insanların gözaltında kaybedildiğini veya faili meçhul siyasi cinayetlere kurban gittiğini hatırlattı.
Yılmaz, “Yakınlarını kaybeden Cumartesi İnsanları ve kayıp yakınları, yıllardır alanlara çıkarak yakınlarının akıbetlerini sormakta, faillerin tespit edilip cezalandırılmalarını talep etmektedirler. Katledilen veya zorla kaybedilen insanlar; sadece kendi aileleri açısında değil, bütün Kürtler için, vicdan sahibi bütün insanlar için büyük bir acıyı, tutulamayan bir yası sembolize etmektedirler. Bu sebeple, 90’lı yılların karanlığını hatırlatan, insanları bu cinayetleri tekrarlamakla tehdit eden bu yaklaşım hiçbir şekilde kabul edilemez” ifadelerini kullandı.
‘Barış mücadelemiz sürecek’
Yılmaz, faillerin tutuklanmasını, açılan soruşturmanın etkin bir biçimde yürütülmesini istedi.
Artan saldırıların özgürlüklere açık müdahale olarak gördüklerini söyleyen Yılmaz, toplumsal barışın sağlanması, bir arada yaşama kültürünün geliştirilmesi, farklı etnik, inanç ve siyasi grupların barış içinde ortak yaşamı inşa edebilmeleri için mücadelelerini sürdüreceklerini sözlerine ekledi.”
Makbul bulunan ötesinden bir sınama halinin her güne içkin kılındığı bir dünyanın bizzat kendisine rehin kılınıyoruz. Türkiye’de ise Amed / Dikranagert / Diyarbekir özelinde olduğu gibi her günün başat ögesi olan sınamaların nasıl punt bulundu mu yeniden var edildiğini görebiliyoruz. Makbul bulunan, sınırları çoktan çizilmiş olandan en ufak bir sapmanın varacağı eşik, o dans etmek isteyen gençlere saldırı, hamburger yiyenlere saldırı, bir havuzu kullanmak isteyenlere, ağa babalarınızı nasıl vurduysak sizi de vururuz tehdidiyle çıkagelir. Düzenin yeni ülkesi kimseyi kimseye hedef kılmadığını zikrederken bizatihi Kürdistan sahnesinden başlayarak bir ülkeyi çoktan ayrıştırmanın ortasına terk eder, etmiştir. Tümüyle nobran, artık bendine sığmayan bir kötülükle birlikte bir yurdun, yaşatan yer olmaktan alıkonulmasına son sürat devam olunmaktadır. Ortaya çıkan imge, o sınama halinin her nasıl var edildiğini de göstere gelir, iyi de nereye kadar?
Bir açmaz sarmalının ortasında her günü apayrı cehennem kılmaya ant içenlerin elinde ne kalacaktı ki ülke diye bu var edilen tortul toplamdan gayri. Yinelemeye hacet kalmaksızın insani erdemin tükenişine şahitlik ediyoruz. Bir gün önce dost bilinenler bir gün sonrasına düşman olarak çıkartılıyor. İktidarda kalmak için el verilen, sessiz sedasız anlaşılan ol dinci, yobaz güruhlardan bir kesim yurdun bir yerini babalarının bostanı zannedip, ahkam diye linç çağrılarını var edebiliyor. Üstüne saldırılar aralıksız çeşitlendiriliyor. Bir başka ülkenin zulmüne dair göndermeler yapılırken kendi yurttaşının hayat hakkını hiçe saymak konusunda onun eline su dahi dökemeyecek bir tevatür gerçekliğine yollanıyor menzil. Bir cerahat sarmalına dönüştürülen yerde, hayatın ehven olandan kopartılması bu kadar da afaki bir biçimlendirmeyle şekillendiriliyor. Sınama hali herkesi kapsayan bir kör katran karanlığı olarak dört bir yanı sarmalamaya devam ediyor. Böyle bir tahayyül / hal toplamına itiraz şimdi var edilemeyecekse ne zaman söz konusu edilecektir, hangi zaman!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Illustration – Nate KITCH – Associaton Of Illustrators
Meramda Paylaşılan Haber
Keskin: 90’larda İnsanları Katleden Zihniyet Yeniden Ortaya Çıktı - Yeni Yaşam Gazetesi
#meram#arzizhal#günce#dert#tasa#yara#yıkım#siyasa#pragmatizm#mavi küre#başka türkiye vardır#demokrasi#eşitlik#adalet#hakkaniyet#amed#diyarbekir#insan hakları#devlet101#siyasal şiddet#dövlet#mana#siyaset#ankara#cerahat#hayat nereye?
0 notes
Text
Zona
“Kamp bir cehennemdir; oysa ben cehennem denilen şeyin bizzat kendimiz olduğunu düşünüyorum.” Zona, Sergey Dovlatov. Çeviri: Eyüp Karakuş:::Jaguar Yayınları
Alışılageldik olanın ötesinde sanki daha önce tecrübe ettirilmemiş gibi aksettirilen bir yıkım mefhumu ile sınanmaya devam ediliyor bir ülke. Duraksamadan, aralıksız olarak yinelenen şablonlarla bir menzildeki yaşam hakkının dönüştürülmesi kesintisiz bir mesel kılınıyor. Cerahat her yerdeyken hayat kendi olağan akışındaymış gibi aksettiriliyor. Bir biçimde bütünüyle iletişim başkanlığı nam yapının suna geldiği her şey bu cürüm eksen, hemhal halin üstünü örtebilmek adına icat edilenleri barındırıyor hala. Sanılanın ötesinde bir hızla her gün apar topar tarumar ediliyor. Müştereklerimizin zehirlendiği demokrasi mefhumunun bir açmaza bütünleşik kılındığı, vahametin ve vahim olanın yolunun yenilik yenilenme diye açıldığı / var edildiği bir düzlemde yara her günü kuşatıyor. Cerahat tüm o hayat imgesini dar ediyor. Yıkım mefhumu yeniden bina edilirken, kurgu değil sahiden bir mesel değil gerçeklik içinde her yanda bir cerahat var edilir. Bina edilen her edim her bir hamleyle bu ceberut devlet pratiğinin de yolu / yönü bütünleştirilir.
İki hafta kalakalmış bir seçim güncesi içerisinde, yirmi bir yıllık bir cerahatle bütünüyle o Sergey Dovlatov’un, Zona (Bölge // Kamp) yazınındaki gibi bir cehennem tezahürünün en olmadık / en umulmadık hallerinden mülhem bir projeksiyonu var edilir. Gel gelelim şu menzilin, bir memleket olma ihtimalinin de nasıl heder edildiğinin nişanesi o yüz yıllık serüvenin ortasından çıkagelen, bitimsiz, dipsiz bir mahvetme retoriğini de ihtiva eder. O yazının içerisinde, kurgu diye Dovlatov’un paylaştıklarının paralelindeki bir kırım, zulüm ve kırılganlık ikliminin ortasında “cehennemin” her nasıl ırak / öte değil içimizde tam da hayatlarımızın ortasında bina edildiğinin meseli karşımıza çıkar. Tümüyle bariz / devamlı bir dönüşüm hali içerisinde yerle bir edilen, tahakküme rehin edilmiş ve hiç aralıksız bir hal ve istikamette yoğun bir tehdidin, denetim ve gözetimin bağrında zona zaten ülkenin her yeridir, her yer zonadır. Kurgunun hakikate evrildiği, cisimleşerek kalıcılaştırılan bir tahakküm döngüsünde, hayatın mahvına çaba sarf edilmeye devam olunur. Tümüyle ayrı odaklardan imal edilmiş, seçim zamanı akla düşen demokratik, eşit, adil ülke, insan hakkı ve hukukunun standartları, verili haklar, doğrudan herkes için bir anayasa vesair tahayyül ve temayüllerin, kısacası müşterek kılınanın linç olunduğu bir zeminde kime nerede, her ne şekilde hayat kalmıştır, bırakılmıştır.
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Depremde yaşamını yitirenlerin anısına katılan KESK Eş Genel Başkanı Şükran Kablan Yeşil, yarın 1 Mayıs'ta alanlarda, 14 Mayıs'ta ise sandıklarda iktidardan hesap soracaklarını söyledi.
Mereş merkezli depremlerde en çok yıkımın yaşandığı Hatay'da Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Devrimci İşçi Sendikalar Konfederasyonu (DİSK), Türk Diş Hekimleri Birliği (TDB), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Türk Tabipler Birliği (TTB) ve Hatay Barosu, yaşamını yitirenleri kentte andı. KESK Eş Genel Başkanı Şükran Kablan Yeşil, Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) Eş Genel Başkanı Canan Yüce, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Hatay milletvekili adayı Kerem Nalbant, siyasi parti üyelerinin de katıldığı Antakya ilçesi eski belediye meclis binası önünde yapılan açıklama öncesi yürüyüş düzenlendi. "Hatay'ı yeniden kuracağız", "Unutma yok, affetmek yok, helalleşmek yok" sloganlarının atıldığı yürüyüş Asi Nehri kenarında son buldu.
'Unutmak Yok, Affetmek Yok'
Burada depremde yaşamını yitirenler anıldı. Anmada konuşan KESK Eş Genel Başkanı Şükran Kablan Yeşil, onlarca yıldır bu ülkeyi yönetenlerin kamusal hizmeti tasfiye ettiğini söyledi. Kamusal hizmetlerin özel şirketlere, sermayeye peşkeş çekildiğini ifade eden Yeşil, ihlallerle yandaşların, 5'li çetelerin kasalarını doldurduğunu ifade etti. Depremde 100 yıllık yardım kuruluşlarının çadır sattığını, yiyecekleri depoladığını hatırlatan Yeşil, "Unutmak yok, affetmek yok, helalleşmek yok diye haykırıyoruz" diye konuştu.
'14 Mayıs’ta Hesabını Soracağız'
Yarın kutlanacak olan 1 Mayıs İşçi Bayramı'nda bütün alanlarda öfkelerini haykıracaklarını belirten Yeşil, 14 Mayıs'ta da bu ülkenin emekçileri, kadınları, gençleri olarak hep birlikte bu yaşananların hesabını soracaklarını söyledi. Yeşil, "Unutmadan, affetmeden, helalleşmeden hesap soracağız. İsyanımızla bugün burada, yarın 1 Mayıs'ta bütün Türkiye'de, 14 Mayıs'ta da gereken her yerden cevap vereceğiz. Asla unutmayacağız" dedi.
'Karanlık İktidardan Kurtulacağız'
TMMOB Genel Sekreteri Dersim Gül ise, Türkiye'nin bir deprem ülkesi olduğunun bilinmesine rağmen şehirlerin mevzuatlara uygun yapılanmadığını söyledi. Herkesin telefonlarında çalan sirenleri hatırlatan Gül, depreme hazırız diyenlerin depremlere hazır olmadığını bu depremle gördüklerini belirtti. Afet öncesi ve sonrasında yapılması gerekenlerin yapılmadığını, sistemin çöktüğünü gördüklerini söyleyen Gül, "Depremde zarar gören toplumun talepleriyle birleşecek. Ve en yakın zamanda ülkemizin tepesine çöken bu karanlık iktidardan kurtulacağız, halkın iktidarını, bilime önem veren bir toplumu, ülkeyi yeniden inşa edeceğiz" dedi.
'14 Mayıs İlk Adım Olacak'
TTB Merkez Konseyi Üyesi Onur Naci Karahancı da, hastalarının ve meslektaşlarının deprem altında can verdiğini söyledi. Kendilerinden helalleşmelerinin istendiğini hatırlatan Karahancı, bunun böyle olmayacağını söyledi. Karahancı, "84 gün oldu hala temiz su yoksa, hala çadır yoksa, hala kadınlar doğum yapacak hastane bulamıyorsa, hala çocuklarımız aşılanamıyorsa bu işte bir yanlışlık var, bunu düzeltmek hepimizin boynunun borcu. 14 Mayıs bunun ilk adımı olacak. Sözümüz olsun buradayız, burada olmaya devam edeceğiz. Hatay'ı yeniden küllerinden doğuracağız. Hep birlikte geleceği umutla, barışla, özgürlükle öreceğiz. Hiçbir yere gitmedik, gitmeyeceğiz" diye konuştu.
Konuşmaların ardından Asi Nehri'ne karanfil bırakıldı.”
Cehennemin, insanın insana ettiğinin her türden örneğini yaşadığımız bir deprem felaketi üstünden üç aya yakın zaman geçti. Hayat imecesi için çaba sarf edilen, geçmişiyle tüm bu şimdisi arasında var edilenlerle bir kentten çok daha ötesi olagelen Hatay, Antakya’yı kaderine terk etmekten kaçınmayan zevata karşı unutturulmayacak, affedilmeyecek olan bir kere daha yinelenir. Yerle bir edilmenin yedi defa var edildiği bir kentte, doğadan gelen kadar insan eliyle de kotarılan cürümlere karşı bir isyan var edilir. Bugünleri var eden ol akp iktidarının sunduğu belirsizlik, daha halen sokaklarında enkazlar bekleyen bir kent kimliğinin, giderek unutturulmaya çalışılan yıkımın karşısında söz / ses adalet çağrısını yineler. Topyekun yıkımdan, on binlerce insanın canından, bir kentin belleğinin taşıyıcısı olagelen kalıt / yapı ve insanından mahrum konulduğu, insanın insana cehennem tahayyülünü var ettiği bir zeminde itirazlar salt / sıradan olanın yarasını fark edebilmek içindir, adınadır. Umursayanı kalmış mıdır, 14 Mayıs sahiden de bir milat olacak mıdır oralar için de...
1 Mayıs izlenimlerini Agos Gazetesinden aktaralım: “Saat 11.00'da başlayan kutlamalar için İstanbul'un her yerinden on binlerce işçi ve emekçi sabah saatlerinden itibaren Maltepe'ye akın etti.
Kutlama alanına iki ayrı koldan giriş yapıldı. Maltepe Cevahir Otel önünde toplanan DİSK, TMMOB, CHP, Sosyalist Güç Birliği bileşeni partiler, buradan alana doğru yürüdü.
Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenleri, TİP, KESK, TTB, TDB ve siyasi partiler İdeal Tepe'de bir araya geldi ve buradan alana girdi.
Saat 13.00'e geldiğinde meydan dolmasına rağmen gruplar hala alana akın ediyordu.
1 Mayıs kutlaması grupların coşkulu katılımıyla gerçekleşti.
Mitingde konuşan DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, AKP iktidarının 20 yıldır büyük yıkımlar yarattığını söyledi. Çerkezoğlu, iki hafta sonra gerçekleşecek seçimleri hatırlattı ve "Bu yıl istibdat ile hürriyet arasında bir seçim yapacağız ve bu kötülük düzeninden kurtulacağız." dedi.
"14 Mayıs'ta bu haramilerin düzenini yıkacak mıyız?" diye soran Çerkezoğlu, "Bu 1 Mayıs Taksim'in yasaklı olduğu son 1 Mayıs olacak, gelecek yıl 1 Mayıs'ta Taksim'de olacağız" dedi.
KESK Eş Genel Başkanı Şükran Kablan Yeşil ise Türkiye'nin her yerinde yüzbinlerce emekçinin alanlarda "emek bizim gelecek bizim" diye haykırdığını söyleyerek, "Bu 1 Mayıs'ta bu iktidarı değiştirme sözü vererek alana çıktık ve kadınlar, gençler, emeği yok sayılanlar olarak bu iktidarı göndereceğiz" şeklinde konuştu.
TTB (Türk Tabipleri Birliği) Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı da, "Biz kararlıyız biz birlikte değiştireceğiz" diyerek başladığı konuşmasını Edip Cansever'in "Bir mendil niye kanar?" adlı şiirini okuyarak sürdürdü. "Değiştirmek bizim elimizde" diyen Fincancı, "Doğamızı, emeğimizi, haklarımızı yok edenlerle mücadele etmenin tam zamanı. Söz veriyoruz, değiştireceğiz" dedi.
Ankara'da ise Tandoğan meydanından on binler biraraya geldi.
Türkiye'nin pek çok ilinde de işçiler ve emekçiler alanları doldurdu.
İstanbul'da sabah saatlerinde DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ve yönetim kurulu üyeleri, '1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü' dolayısıyla Taksim Cumhuriyet Anıtı'na çelenk koydu.”
Bir zonaya dönüştürülmüş, indirgenmiş olagelen menzilde işçi / emekçinin var ettiği tiz çığlığın nasıl da boşlukta yankılana durduğunu gördüğümüz bir başka direniş güncesi de Taksim, Osmanbey, Beşiktaş üçgeninde var edilir. Tümüyle zorbalık rejiminin nasıl bir hal ve istemle birlikte “zonayı” yerle bir etmeye devam ettiği muğlak olmayan tahakküm ve tehdit döngüsünden belirgindir. Bir memleket pratiğinin orta yeri işkenceye, bir yanı aralıksız gasba, diğer yanı eksiltmelere çıkartılır. Mütemadiyen nutuklar artık sallamanın pek çok farklı düzleminden var edilirken ortaya vaat diye serilen uydurma hallerin yekunu tümüyle ekonomik darboğaz içinde kendi kaderine terk edilmiş olanı göstermez. Bir buna izin verilmez. Düzen, sermayesi, kanaati, kanaat paylaşan diye görünen tetikçileri vesaire ile birlikte mutlak bir sınırlamayı var etmeye çalışmaktadır. Mayıs’ın ol 14’ünde var edilecek olan seçim bahsinin kıyısında en başından bu yana süre giden kime aittir bu ülke / düzlem / yer mefhumunun nihai çözümlemesi için bir kere daha bütün tuşlara basılmaktadır. Bir zona / kurtarılmış bölge / denetlenen panoptikon sürekliliğinde her şekilde umudun çalınmasına devam mı, tamam mı denilecektir mesele ortadadır. Yaşatılan, var edilen ve hepimiz için bir sınamaya dönüştürülen bu cenderenin karşısında söz, karar ve eylem yarınları belirleyecektir. Bir vatan tahayyülünün köküne kibrit suyunun dökülmesine devam edilirken, çanlar bir defa da muktedir ve avenesi için çalıyor duyuyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Gazete Karınca
#meram#yordam#anlam#günce#hayat akarken#mayıs 1#mayday#sözcükler#deprem#asrın felaketi: akp#duraksama#zona#yıldırı#tahakküm#tehdit#siyasa#pragmatism#kötülük#karanlık çağ#mesele#türkiye gerçekliği#başka türkiye vardır#hayat101#sesler#2023 seçimleri#arzihal
0 notes
Text
Uçurumun Kıyısında Bir Ülke
Duyulan ile görülen, bakılan ile fark edilen, sezilen ile yaşanan arasında uçurumun alenen her gün biraz daha açıktan var edildiği bir süreklilik ile sınanıyor bu sahne. Bütün bütün, doğrudan bir kara propagandanın esiri, muktedirin seslenişi dışında kalan hemen hiçbir şeyin güncellenmediği, duyulmadığı, konuşturulmadığı bir zemin var ediliyor. Her günü daha da karanlığa çıkartılan bir düzlem hali süreğen kılınıyor. Var edilmiş olagelen tüm o biyolojik politik deneyimleme ile mutlak iktidara biat hamlesi sürekli işlevsel kılınıyor. O nihai teslimiyet demokrasi mefhumunu hiçe sayarak onu artık gündem dışına iteleyip yeni ülke tahayyülünde gereksiz bir detay ilan ederek büyün yeniden bina ediliyor. Topyekun bir dönüşüm Orwellyen bir devinimi, fabl dahilinde dahi yok artık denilenlere sahip çıkıp, yeniden türeterek güncelleniyor artık. Yeni ülke bütün bu öğütücü mekanizmadır alenen, tamamen. Var edilen hayat akışındaki uçurum hali yeni ülkenin her nereye doğru meylini verdiğini de bildirir. Denetim, gözetim, tahakküm ekseninde yaşamın onarılması imkansız yaralara rehin edilmesi söz konusudur. Çukur dediğimiz bu hallerle birlikte güncellenen bir meseldir.
Duyulan, görülen ve bildirilen ile var edilen arasındaki uçurum derinleştikçe hayatın bir biçimde mahvına da zemin sağlama alınır. Geçtiğimiz günlerde doksan dokuzuncu yılı idrak edildiği zikredilen cumhuriyetin kazanımları diye çıkagelen şeyler reklamlarla bir biçimde sponsor addedilen eline kan bulaşmış sermaye nezdinde sunulurken, cerahatin hiçbir yere gitmediği bir zemini gerçek kılmaları söz konusudur. Bir hafta gibi bir süre içinde önce Kürd basınından dokuz gazeteci gözaltına alınır. Peyderpey var edilmiş olan bir soruşturma, birbirinden alakasız konuların bulup, birleştirip bir suç mesnedi olarak, örgüt üyeliği öne sürülerek dokuzu tutsak edilir. Memleketin tabipler odası başkanı bir insan hakları savunucusu olagelen, adli tıp uzmanı, Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’yı önce malum medya, hemen ardından baş amir hedef kılar. Bu bahsin hemen üstünden bir an geçmeden soruşturma, gözaltına dönüştürülür. Kimyasal silahın, aması fakatı yokken, bunu PKK / HPG bilmiyoruz hangisine karşı kullanılmasının da insanlık suçu olduğuna dair kelam edilmesinin, bir yerde Cenevre konvasiyonuna göre, atılan anlaşmalardaki ol imzaların gerekliliği olarak soruşturulması söz konusu edilsin denildi diye Fincancı hoca mahpus edilir. Duyulan, görülen, anılan ile var edilen arasındaki devletle halkın arasında olagelen uçurum hali, Kürd toplumuna, onlarla birlikte hareket eden, lafta değil sahiden muhalefete bedel kılınır.
Bir tarafta pişirilip durulan, ya istibdat, ya hürriyet bahsinin aslında, İttihat ve Terakki’yi var eden bir oluşumun, bu ülkedeki Ermeniler başta olmak üzere gayrimüslimi daha sonra da Kürd halkının her kimliğinden çıkagelen suretleri, halkları yok etmek adına kullanıla geldiği bir figüratif slogan olduğu gözlerden kaçırılır. Cumhuriyet halk partisinin de temel odağı olarak kendisine yer bulan, kurucu önderin bu şerefli topraklar sizin (Türklerindir!), ermenilerin zerrece bu topraklarda hakkı / payı yoktur ile devam eden, sürekli güncelliği sağlama alınan bir nefret / ötekileştirme siyaseti o gümbürtü içerisinde baş amirin karşıtı olduklarını zikredenler eliyle yeniden piyasaya sunulur. Baş Amir, Kürd’ün özgürlüğüne karşıtlığı zikredip, eyleme dökerken, o muhalefet çatısı altından çıkagelen vatan bizim, böldürmeyeceğiz argümanları arasında altılı masa çoktan masal olur. Ağır ağabeylerin, hazır lokma yiyicilerin, götürelim abicim bahislerinin kıyısında bir avuç insanın muhalif olarak suna geldiği hayat böyle bir mesel değil sunumunun göz ardı edildiği zeminde ol istibdat zaten çoktan hayatı kuşatır. Görülen, duyulan, hayata dahil edilenlerle hakikatin arasındaki uçurum, bütün o iyi parti, saadet partisi, zafer partisi, memleket partisi diye bir biçimde muktedir emirleri doğrultusunda çoğalarak bölünerek her yere sirayet eden ırkçı akımlar / oluşumlar ile birlikte var edilir. Baş amirin yaptıkları neyse o adı anılanların bir biçimde suna geldikleri ülke perspektifinde, Ermeni’ye de yer yoktur, Kürd’e de, Alevi’yi de istemez, Ezidi’yi de diye devam eden bir süreklilik taşır. İyi de doksan dokuz yıldır hiç kimselerin kılınamayan, hala Türk’ün hangi kliğinin sahibi olduğuna karar verilemeyen bir menzilde adalet hiç söz konusu edilebilir mi?
Bianet’ten aktaralım: “Halkların Demokratik Partisi (HDP), Şırnak İl Örgütü’nün Cizre Belediyesi’ne kayyım atamasının yıl dönümünde düzenlenen protesto gösterisinde, kolluk güçlerince tehdit edildiklerini açıkladı:
“İktidardan aldığı talimatla daha önce milletvekillerimiz şahsında, halk ve meclis iradesine saldıran kolluk güçleri işi cinayet tehdidine vardırdı.”
“Polis, mermi çekirdeği fırlattı”
Partinin açıklamasında, HDP Şırnak Milletvekili Hasan Özgüneş konuşurken, polisin Özgüneş’e mermi çekirdeği fırlattığı belirtildi:
“Cizre Belediyesine kayyım atanmasının yıldönümünde milletvekillerimiz Hasan Özgüneş ve Nuran İmir’in de katıldığı basın açıklaması yapılmasında doğrudan “ölüm tehdidi” içeren son derece tehlikeli bir gelişme yaşandı. Polis ablukasında gerçekleştirilen basın açıklaması sırasında milletvekilimiz Hasan Özgüneş’e bir adet mermi çekirdeği fırlatıldı.
Kameralara yansıyan ve ekte paylaşacağımız görüntülerde mermi çekirdeğini kimin tarafından ve nasıl atıldığı net olarak görülüyor. Anayasayı, yasaları özellikle partimize ve halka karşı sistematik olarak çiğneyen AKP iktidarı ve güdümündeki silahlı yapıların tehdidinin ne anlama geldiğini kamuoyu biliyor. Bu duruma tepki gösteren milletvekilimiz Hasan Özgüneş, ‘Feriştahınız gelse bizi korkutamazsınız’ dedi.”
MA’nın haberine göre, HDP Şırnak İl Örgütü, Cizre Belediyesi’ne kayyım atamasının yıl dönümünde basın açıklaması düzenledi.
HDP Cizre ilçe binası önünde yapılan açıklamaya HDP Şırnak il ve ilçe örgütleri, HDP milletvekilleri Nuran İmir ve Hasan Özgüneş, Barış Anneleri Meclisi, Özgür Kadın Hareketi (TJA) yöneticilerinin yanı sıra çok sayıda kişi katıldı.
Açıklamada ilk olarak konuşan, görevden alınan Cizre Belediyesi Eşbaşkanı Berivan Kutlu, Cizre Belediyesi’ne daha önce de kayyım atandığını ama Cizre halkının her şeye rağmen kendi iradesinin ortaya koyarak yine HDP’li belediye eşbaşkanlarını seçtiğini söyledi.
Seçimlerden kısa bir süre sonra 29 Ekim 2019’da Cizre Belediyesi’ne tekrar kayyım atandığını hatırlatan Kutlu, “AKP iktidarı, seçimlerde kazanamadığı ve asla da kazanamayacağı belediyelere kayyım atamaları yaptı. Kayyım rejimiyle Cizre halkının iradesini almaya çalıştı” dedi.”
Duyulan ile görülen, bakılan ile fark edilen, anılan ile yaşatılan arasındaki uçurumu bir biçimde kestirmeden göstere gelen bir karşılaşmadır Cizre’de var edilen. Abluka güncesi dahilinde 2015 yılında yerle yeksan edilmiş bir kentte, temsili iradeye kayyım atanarak o iradenin yok sayıldığı bir zeminde bunun hukuksuzluk olduğunu zikreden bir vekil, kalan Halkların Demokratik Partisi üyelerine yönelik tehdit var edilir. Kürd sorununun varlığına dair kesintisiz kılınmış olagelen inkarla çıkılan düzlemde, aşk bodrumda yaşanıyor yazısı ile duvarlara zerk edilmiş nefretin, bodrum katlarında yakılarak katledilmiş insanların var edildiği Cizre’de iki satırlık itiraz hakkına yanıt yıllar sonra bir kere daha kurşun fişeğiyle çıkagelir. Demokrasi ediminden bunca kopuşun var edilebildiği bir zeminde hayatiyeti hiç addederek vekile kurşunla mesaj verip, halka gözdağını batının görmediği, fark etmek istemediği bir yıldırı halini yedi gün yirmi dört saat var ederek güncelleyen bir zeminde her nedir ki demokrasi, her ne haldedir, sahiden de insan hakları! Kurşun atarak bir şeyleri ama en çok da ölümü kutsayarak hangi gün var edilebildi, edilebilir ki sahiden de?
Diken.com.tr’den aktaralım: “Boğaziçi Film Festivali Komitesi, ‘Karanlık Gece’ filmiyle en iyi yönetmen ödülünü kazanan Özcan Alper’in ödül gecesinde Türk Tabipler Birliği (TTB) Başkanı Şebnem Korur Fincancı hakkındaki söylemlerinden ‘rahatsız’ oldu. Komite, ‘törende ödül kazananların politik göndermelerini ve sloganlarını kınadıklarını’ açıkladı.
Senarist ve yönetmen Özcan Alper, bu yıl 10’uncusu düzenlenen festivalin önceki akşamki ödül töreninde ‘Karanlık Gece’ filmiyle en iyi yönetmen ödülünü kazanmıştı.
Alper, ödülünü Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’ta kimyasal silah kullandığına ilişkin iddiaların araştırılması gerektiğini söyledikten sonra iktidar tarafından hedef gösterilerek tutuklanan TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’ya ithaf ederek şu konuşmayı yapmıştı:
“‘Hep barış olsun, asla savaş olmasın’ diyen bir kadın Şebnem Korur Fincancı, yine sadece barış dediği için maalesef bir linç kampanyasına maruz kaldı. Umarım son olur. Umarım cezaevinden bir an önce çıkar. Bu ödülü ona ithaf ediyorum.”
O sırada salonda bulunan oyuncu Burak Haktanır, Alper’e ”O kadın TSK’ya iftira attı. Kaç gündür tüm PKK sayfaları onu destekliyor‘ diyerek tepki göstermişti.
En iyi film ödülünü kazanan ‘Kar ve Ayı’nın yönetmeni Selcen Ergün de ödülü almak için sahneye çıktığında Haktanır’ın çıkışını ”Çok eril bir dil kullanıyorsunuz” diyerek eleştirmiş, Haktanır’ın Ergün’e ”Hadi oradan” demesiyle salonda gerginlik oluşmuştu.
Festival komitesinin ödül gecesine ilişkin sosyal medya hesaplarından yapılan açıklamada isim vermeden Alper’in konuşması ‘kınandı’:
“On yıl boyunca herhangi bir ayrım yapmadan, hiç kimseyi ötekileştirmeden katılımcı bir festival olmak için çalıştık. 10. Boğaziçi Film Festivali kapanış gecesi ve ödül töreninde yaşanan istenmeyen olayların ve onaylanması mümkün olmayan siyasi söylemlerin meydana getirdiği etki bir yıllık uzun bir çalışma sonucunda ortaya koyduğumuz programın, filmlerin ve ödüllerin konuşulup tartışılamamasına sebep olmuştur. Her zaman sanatçıları ve filmleri önceleyen bir festival olarak ödül törenimizde ödül kazananların politik göndermeleri ve sloganlarını kınıyor, kültür sanat hayatımızın sağlıklı bir zeminde yükselmesi temennisinde bulunuyoruz.”
Görünen, anılan ve aksettirilen arasındaki derin uçuruma bir kısa kesit daha paylaştığımız şu yukarıdaki örnek. Hiçbir biçimde gerilla güzellemesi, örgüt propagandasına yer verme, bahis açma çabası gütmeden, bir insanlık suçu var edilmişse bunun akıbeti sorgulanması elzem olandır diyen bir hekim tutsak edilmiştir. Yönetmen Özcan Alper’de bunu, iki satır meramında, barışın egemenlerin elinde hiç edilmesine karşı yıllar yılıdır mücadele veren bir insana destek linç edilmek istenir. Festivalden çok devletten nemalanma, sponsorlarla hayatını idame ettirme telaşındaki yapının da mal bulmuş mağribi gibi atlaması ve bütün onların üstüne tüy diken resmi kanal palyaçosu tiplemenin vatan savunurken saçtığı tüm o salyalarla birlikte bir kere daha gösterilen / var edilen ile anlatılan arasındaki hakikatin ta kendisi tuzla buz edilir. Ezberden mavallar okunarak, kokuşmuş bir siyaset argümanına bir biçimde bir kere daha tutunup, kırk küsur yıldır devam olunan bir yok etme haline, bir savaş haline, en son eklenmiş kimyasal silah kullanıldığına dair tespit ve tanıklıklara karşı sözü çiğneyerek, vatan kurtarılmaya çalışılır. Oysa yer yerinden çoktan oynamıştır, Cizre ya da Amed’in Sur’u gibi gidenlerin, kaybedilenlerin hiçbiri için bir telafi yoktur. Ne asker ne gerilla ne köylü, ne korucu ne o ne bu hiçbir biçimde yıkım / ölüm sarmalından bir çıkışı bıraktırmayan bu kör karanlık sarmal, daha yeni yüzyılını ilan eden ülkede hiç ama hiçbir huzurun da kalmayacağını bir kere daha bildirir. Benzeri 2015’te yaşatılan o kara, kapkaranlık günlerin paralelinde, bir örnek tekrarında hangi istikamet var edilecektir ki hazandan gayri. Sorguluyor musunuz?
Birbirilerine değen, biri bitmeden bir başkası başlayan, hepten, her dem kötülüğün daimi kılındığı bir zeminde, görünen, gösterilen, anılan ve anlatılanların kıyısında olmakta olan yegane şey hayatın müşterek savunusunun da imkansızlığa demir attırılmasıdır. Bunca açık, bir o kadar kesintisiz bir biçimde devlet ister kendi yönetim katından olsun, isterse yol verdiği kolluğundan, işaret ettiği rehin aldığı temsilcilerine, ister eli kanlı sermayedar isterse her ne iş gördüğü kendisinin dahi bilmediği garabet tiplemelerin yekten var ettiği o naralarla şekillendirdiği hallere hep bir kısır döngü sürekli yinelene gelir. Biteviye bir hal, ki hep açmazlara çıkar. Biteviye bir yol ki hep derin çukurlara yollanan. Öylesine değil hiç ama hiçbir biçimde mübalağa değil doğrudan yıkımı arzulayan. Bitimsiz bir karanlık, biteviye bir kısır döngü dahilinde ne görülen, ne anılan, ne hakikat hakkaniyetle var ediliyor artık. Uçurumun kıyısında her anı daha da zifiri, her günü çok daha yıkıcı bir yer, bir menzilde hayat ne yana düşer, düşürülür sahiden?
Misak TUNÇBOYACI - İstan'2022
Görsel: Reuters via BBC Türkçe Servisi
#meram#arzihal#bakılan#görülen#duyulan#hakikat meseli#türkiye101#başka türkiye vardır#kürd sorunu#bakur kürdistan#hayat hakkı#mesel hayat#biyopolitika#cürüm hemhal#cerahat güncesi#ırkçılık#kürd düşmanlığı#hpg#gerilla#kimyasal silah#insanlık suçu#insan hakları#cenevre sözleşmesi#tahakküm#yol#izan#akıl#fırtına#durum tahayyülü#güncel
8 notes
·
View notes
Text
Hayat Kazaya Kurban Gidiyor
Kazaya kurban kılınıyor hayat. Behemehal tahayyül olunan, varlığı tescillenmiş doğrudan bir hakikatin ta kendisine dönüştürülmüş olanın yamacında bambaşka veçhe ve açmazlar ile hayat mefhumu kazaya kurban ediliyor aralıksız. Düzen sahiplerinin, madun siyaseti o yirmi bir yıldır yapılandıranların var ettiği her eylem bunun içindir. Bununla bir ve bariz bir biçimde beraberce düzenlemelerle o hayat mefhumu hiç edilir. Bunun varlığı afaki bir biçimde kesinleşsin diyerek atılır adımlar, kanun ve düzenlemeler. Bütünleşik bir halde bir toplumun mahvına yönelik her şeyin adım adım kurumsallaştırıldığı bir zeminde tüm o cerahatle hayat boğulur. Bedene, zihne, eyleme yönelik müdahalelerin toplamında tüm o hayat mefhumu çarçur edilir. Hayat muktedirin elinde oyuncak kılınır. Vahim olan ol icraatların hayata kastın ta kendisiyken müjde addedilmesidir. Kazaya kurban ediliyor iş bu hayat. Tümü birden var edilmiş olagelen her cerahat, her hamlede çıkagelen bütün o cürüm halleriyle bütünleşik yaşam akdi sakatlanıyor. Yaşama ket vuruluyor aralıksız belli bir istikamet dahilinde. Bu sahne simsiyah!
Her günü bir öncesinden ağır kuşatmalarla var eden bir menzilde hayatın ketlere “rehine” bilinmesinin yolu o nihai kazalara çıkageliyor. Yaşam istemi yerle bir edilirken insanlara oyalanması için bağlaç kılınan, enerji mavraları, çakra açmalar, yıldız okumaları, retroya göre hareket planları falan denilirken cürümlerle hayat çoktan kazaya kurban edilir bariz bir biçimde devletlinin oyunu tıkır tıkır işler. Yeni gün yeni umutları falan var edemez iş bu sathı mahalde. Bütünüyle ortaya çıkan simsiyah imgenin her yüzeyinde bambaşka ola gelenin sunduğu bir cerahat vardır. İletişim yolları sınırlandırılırken, sözün kerameti belli bir biçimde hiç edilirken, cerahat günbegün yaraları dönüştürmek adına yinelenirken her şey kaskatı bir gerçeklikle yıkımın kılınır. Baş Amir ve şürekasının suna geldiği ülkeyi ol pencereden kontrol ettiğinizde ne ilerlemesi, teslim alındığı vakitten de geriye çoktan ama çok öncesine düşmüş, dönüşmüş bir katran karası menzil karşımıza çıkartılır. Her günün az biraz değil basbayağı yaralarla donatıldığı bir menzilde, hayat bu bilinçle tasarlanmış ola gelen kazalara kurban edilir. Bunun adı da ilerleme, yenilenme, yeni ülkedir.
Bartın Amasra’da geçtiğimiz 14 Ekim Cuma günü akşam saatlerindeki mesai sırasında bir grizu patlaması meydana gelir. Bütünüyle var edilmiş olagelen cerahatin hayatı her nasıl, her ne şekilde kuşattığının da acı bir sureti var edilir, kırk bir insanın canı çalınır bir kere daha bir madende. Altı yaralı çıkartılan insanın da beşinin durumu hayati tehlike arz eden bir boyutta olduğu bilgisi geçilir. Bir kere daha yara görülmesin diye çabalanırken aslında memlekette hiçbir şeyin ama hiçbir şeyin doğru düzgün var edilmediğinin kanıtı olur bir cinayet temsili olarak Bartın, Amasra’daki grizu patlaması. İnşallah, maşallahlı, bizler tüm o kadere inanıyoruz yollu baş amir açıklamaları sırasında, hamdolsun kırk bir insana hızlıca ulaştık gibi bir garabetlik cümle dağarcığı varken hayatın kuşatılmasının her nasıl ne şekilde sürekli güncellenen bir mesel olduğu daha afaki ortaya çıkandır. Budur işte ülke diye var edilen.
Evrensel Gazetesi’nden sorulması gerekenleri bildiren bir haber metnini iliştirelim şu iki satırlık merama: Ezlem Nazlıer’in haberidir “Bartın’da maden ocağında meydana gelen patlamanın ardından yaralanan 11 kişiden 6'sının Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi’nde tedavileri devam ediyor. Yaralı madencilerin yakınlarının da bekleyişi sürüyor. 14 yıldır madende çalışan ve patlamada yaralanan Ayhan Akgül'ün ağabeyi Kenan Akgül Evrensel’e konuştu. Akgül, “Kader denilemez, mutlaka bir insanın ihmali vardır ve bir tedbirsizlik vardır. Ancak şu anda kimse hiçbir şey bilmiyor, olay araştırılmadan konuşmak doğru olmaz çünkü madencilerin yarası taze, ateş düştüğü yeri yakıyor” dedi.
Madenleri Bir Umut Olarak Görüyorlar
Akgül sözlerine şöyle devam etti: “Bartın Amasra’mızın, Zonguldak'ımızın kaderi çünkü biz ekmeğimizi taştan çıkarıyoruz. Yani orada çalışmak zorundayız, başka çaremiz yok. Ailelerimize ekmek götürmek zorundayız. Kardeşim daha önce özel sektörde çalıştı ama burayı bir umut olarak gördü. Ailelerini daha iyi geçindirmek için insanlar bu kapılara başvuruyor.”
Madencilerin kelle koltukta çalıştıklarını söyleyen Akgül, “Madencilerin bir tabiri vardır ‘kellemizi koltuğumuzun altına alıp aşağıya iniyoruz’ derler. Abdestini alırlar, aileleriyle helalleşip maden ocağına gidip çalışırlar. Madenden geldiklerinde mutlu bir sevinçle karşılanırlar. Yani 5 dakika geç geldiğinde endişe duyar aileleri. Bu endişe her gün olur. Biz de istiyoruz riski fazla olmayan işlerde çalışmasını kardeşimizin ama dediğim gibi ekmeğini taştan çıkarması gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Kendisinin Tekirdağ’da yaşadığını, yaşanan olayı haber kanallarında duyduğunu söyleyen Akgül, “Daha sonra olay yerine hareket ettik. Ambulans uçakla 6 tane yaralıyı İstanbul'da bulunan Başakşehir Çam Sakura Şehir Hastanesi’ne getirdiklerini öğrendiğimde İzmit'ten dönüş yaptım. Çam Sakura Şehir Hastanesi’ne geldim. Bekleyişimi burada sürdürüyorum” dedi.
"Yaralıların Durumunda Değişen Bir Şey Yok"
Yaralıların durumuna ilişkin ise Akgül şunları söyledi: Uçaklarla yaralılar indikten sonra ambulanslarla hastanemize getirildi. Hastanemize getirirken bir tanesinin kalbi durmak üzereydi. Kalp masajı yapıp hayata döndürdüm. Daha sonra 5 tane ağır yaralı geldi, tanınmayacak haldelerdi. Çok yüksek derecede yanıkları vardı, hemen acile alındı ve doktorlarımız tarafından müdahale edildi. Şu anda yaralı hastalarımızın dünden bugüne pek değişen bir durumları yok. Biz Başhekimimiz tarafından saat başı bilgilendiriyoruz. Şu anda kendileri yoğun bakımda gözetim altında olduğu için her an değişebilecek sağlık durumu olduğu için kötü bir durum olmadığından dolayı fazla bize bu konularda bilgi vermiyorlar. Kaymakamımız olsun, başhekimimiz olsun herr dakika bizim yanımızda, onuyla alakalı bizlere bilgi veriyorlar. Biz de buradan onların sayesinde takip ediyoruz.”
"Bu Facianın Yaşanmamasını İsterdik"
Kardeşinin 14 yıldır madende çalıştığını, evli ve iki çocuk babası olduğunu söyleyen Akgün, “Biri kız, biri erkek iki çocuğu var. Benim iki kardeşim o madende çalışıyordu. 4-12 vardiyasında iki kardeşim içerideydi. Bir tanesi asansörden aşağı inerken patlama gerçekleşince fazla etkilenmedi. Etkilenmediği için madene yaralı mesai arkadaşlarını kurtarmaya gidiyor. Kardeşimi de çıkartan kendisiydi ve aynı zamanda diğer arkadaşlarını çıkarmış, kardeşim çıktıktan sonra kardeşimin durumuna bakmadan diğer arkadaşlarını kurtarmaya inmiş aşağıya. Aynı şekilde vardiyası olan ya da olmayan bütün madenciler oraya akın ederek arkadaşlarını kurtarmak için aşağı inmiş. Yani büyük bir cesaret çünkü oradan çıkmama gibi durumumuz da var. Yani tekrar patlama da yaşanabilir içeride çünkü büyük bir sıcak hava akımı var. Madenci kardeşlerimi, arkadaşlarımı bu cesaretlerinden dolayı tebrik ediyorum. Allah onlardan razı olsun, hani şu anda burada yatan insanlar gerçekten onların sayesinde hayatta duruyor. Orada 41 tane şehidimiz var. Olayın akıbetini biz tahmin ettiğimiz için yani bildiğimiz için onlara Allah'tan rahmet diliyoruz. Tek temennimiz şu anda onların ailelerinin yaralarının sarılması, destek olunması. Bu facianın yaşanmamasını isterdik. Bizim için çok üzücü bir durum oldu.” ifadelerini kullandı.
"Madencilerden Gelecek İyi Haberleri Bekliyoruz"
“Herkesin gözü kulağı burada” diyen Akgül son olarak şunları söyledi: Madencilerimizden gelecek iyi bir haberi bekliyoruz. Yakınlarımızın buradan yürüyerek, sağlığına kavuşarak ailelerine gitmelerini diliyoruz, tek temennimiz bu. Duygularımızı bastırmaya çalışıyoruz, dik durmaya çalışıyoruz, güçlü olmaya çalışıyoruz ama bir yandan da kelimeler boğazımıza düğümleniyor, çok zor. Bartın büyük bir acı yaşıyor, matem içerisinde. Vefat eden arkadaşlarımıza görevimizi yerine getiremiyoruz, bunun büyük üzüntüsü var. Yani gerçekten anlatılamayacak duygular içerisinde buradaki yaralı 6 tane madencinin ailesi. Dualarınızı eksik etmeyin.”
Kazaya kurban kılınıyor hayat. Bütünüyle yukarıdaki tanıklık ve anlatının kıyısında tüm o yaralarıyla bir başına konulan insanların aksettirmiş oldukları mesel de hayat mefhumunu nasıl alt etmeye düzenin devam ettiğini göstere gelir. BirGün’den aktaralım: “AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Bartın'ın Amasra ilçesinde meydana gelen maden faciasında hayatını kaybeden işçilerin yakınlarıyla görüştü.
Faciada hayatını kaybeden bir madencinin yakını, Erdoğan'a "Kardeşim 'bizi patlatacaklar' demiş. Nasıl ihmal oldu?" diye sordu.
Madenci yakını "Kardeşim 'Gaz kaçağı var bizi yakında patlatacaklar' demiş. 10-15 gün önce söylemiş. Kardeşimin içine doğmuş. Nasıl ihmal oldu?" dedi.
Erdoğan bu sözlere, "Cümleten başımız sağ olsun" demekle yetindi.”
Kazaya kurban ediliyor bir memleket. Cürmün, çürümenin dibine kadar katran karasına rehin edilmiş olagelen bir yerin hikayesine eklenen her yeni bambaşka cürümleri var ediyor artık. Laf ola beri gele değil, kömürün karasına kan sıçratılıyor bir kere daha. Ama onlar şu partili, bunlar beriki, daha yeni iktidarı desteklemiş miydi bunlar diye hayıflanan bir zümre neyse, cümleten başımız sağ olsun diye bir isyana meramı duymazdan gelenin o var ettiği şey de aynı zalimaneliği barındırıyor. Bütünüyle hayatlar çalınırken, her şeyin bir normatif, akış, yazgı gibi gösterilmesinin hallerinden çıkageliyor kurban edilmiş hayat imgesi. Böyle bir toplamda, bu kadar afaki bir kötülüğün var edilebildiği, hakkın da hukuk mefhumunun da çöp, gereksiz bir teferruata yönlendirildiği yerde, nedir, nasıldır yaranın farkına varmak? Öylesine değil, laf olsun diye değil, devletli, erkanı en başından en dipteki temsiline devlet yanınızdadır buyururken, o yara sahiplerini, yas evlerine kan parası dışında ne gibi bir yardımı söz konusu olacaktır. Yöneten katının pespayeliği, bir dolu laf salatasının yanında hiçbir biçimde değinilmeyen yaralar, kırk bir eve düşen acıyı kim nasıl fark edecektir, ne zaman?
İki satırlık iki meram zaten var edilmiş olanı özetler, burada boylu boyunca anlatmaya hala çabaladığımız hallerin de özeti o iki isyana meramdadır. Medyascope’dan İbrahim Yayan’ın haberinden aktaralım: “Mehmet Bulut’un eşi Buse Bulut gözyaşları içinde şu konuşmayı yaptı: “Cinayet bu. Keserler sansür yaparlar kesmeyin. 11 aylık çocuğum içeride yatıyor. Her yeri yanmış sarılamadım. Öpemedim, sarılamadım. Gaz var gaz var dediler. Eşimin 3 aydır havalandırmalar yapılacaktı diyordu. Nefessiz kaldı 17 saat. Cesedini bekledim.” Bir diğeri Anka Haber Ajansından aktaralım: “Yaşamını yitiren madenci Soner Ak’ın eşi Özge Ak ise “Eşiniz size çalışma koşullarından bahsediyor muydu” sorusuna şu yanıtı verdi:
“Anlatıyordu, ‘Gaz kokusu çok var’ diyordu, ‘ama yapacak bir şey yok’ diyordu. Şef, ‘Bize kömür lazım, sizin keyfiniz lazım değil’ demiş. Eşim de bunu anlattı, salı günü aynısını anlattı, ben de şimdi size söylüyorum. 3 çocuğum var. Adalet yerini bulsun istiyorum. 41 can gitti, hepsinin de çocuğu var. Herkesin kendine göre hayalleri vardı, şimdi hiçbiri yok. Herkesin hakkını bulmasını istiyorum. Kimsenin hakkı kalmasın. 41 eve ateş düştü. Eşler öyle, çocuklar öyle, babasız kaldılar. Benim şu an küçük kız çocuğum bilmiyor babasının öldüğünü, bilmeyecek de.” Kazaya kurban kılınıyor hayat. Mevzu dönüp dolaşıp bir iş cinayetinde dahi, kadere bağlanıyor, teslimiyet için dini ses / söz aracı kılınıyor. Bartın Amasra’da geçtiğimiz Cuma günü meydana gelen gündelik bir tahakkümün en somut kanıtlarından birisi olarak çoktan yerini alır. Bir biçimde yaşamın, yaşama eyleminin kökünün böyle rahatça kazılmasının akıbeti karşısında, yanmış insanlar için hakkaniyet, sahiden yüzleşme, adalet önünde hesap verebilecek bir ülkeye varamayıp havanda su dövülecek ise nasıl bu menzilde hayat kazalara kurban edilmeyecektir sahi ama sahiden?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Yasin AKGÜL AFP / Getty Images via The Scotsman
#meram#arzihal#türk#ibartın#amasra#iş cinayeti#kötürüm#demokrasi nerede#hayat hakkı#yaşatmak#grizu#prekarya#düzen#tahakküm#karanlık#fasit döngü#faşist#kör karanlık#cerahat güncesi#maden#hayat nerede?#yeni ülke#devlet nedir#kırım#kıtal#bet#anlam#yorum#hakikat#tanıklık
0 notes
Text
Mafyanın Ülkesi, Ülkenin Mafyası!
Zamana çakılı kalmış izlerden, anlamlardan geriye toz zerresi dahi bırakılmıyor. Hakikati, hakkaniyeti ve yaşanmışlıkları alt üst eden, yeniden denenmiş olanın karanlığında kendisi ve ahvalini ve ülkesini bulduran bir dönemeç, bir karanlığın içinde debeleniyor malum ol masallar, tozpembe haller ülkesi. Bütün, pejmürde bir aklın nobranlık ile uzlaşmış halinde bir suretinde hep eğri, her dem eksikli bir ülkeyi bildiriyor. Cerahat nobranlıkla birlikte bu uzamda savunulur dururken, oluşturulan cürüm ve illa ki çürüme icraatın ta kendisi ilan ediliyor. Öyle veya böyle, şöyle ya da bir halde hep bu ahvalde tahakküm biçemleri, o zamana çakılı kalmış tahayyüllerin, açılım, ilerleme, yenilenme hallerinin önünü alıyor. Bir bunun bahsine tutunuluyor vesselam. Aralıksız bedene karşıt siyaset nüksederken bu memleket sathında zamanında var edilebilmiş olan demokrasi pratikleri, eşitlik, adalet ve dahi hürriyet sesleniş ve pratikleri yerle yeksan ediliyor. Genel geçer değil doğrudan bir mahva rehin ülkenin hakikati var ediliyor öyle ya da böyle. Yeni ülke tanımı lafta kalan bir meseleyken, cerahat yüceltiliyor aralıksız. Zamanında var edilmiş olan kırılma çizgileri, dönüşüm, değişim ve çaba ve tahayyüllerin izleri yerle bir ediliyor. Her veçhe, her dönemeç, her hamle bir şekilde aşılmış olan yolun da tekrardan gerisin geriye tarumar edilmesine vesile kılınıyor. Yeni ülke salt bu cürmün kılınıyor.
İstikrarlı yükseliş masalları, muasır medeniyet türküleri, Avrupa, Amerika kimler kimler daha neler neler bizi kıskanıyor bahisleri, vurduk mu, koyduk mu, aldık mı, yaptık mı gibi nobran, bayağılık fışkıran hamaset dilleri ile birlikte bir iz kaybının ötesine geçiş sağlanıp temeller onun üstünden yükseltiliyor. Artık cerahate rehin, muktedirin olur verdiğinden bir ötesi, başkası söz konusu edilmesin talep olunur. Muktedir sahne gerisinden neyi, kim ve kimleri hedef kılıyorsa, onların üstü çizilir. 1984’te görülmemiş bir biçimde daha önce nasip olmamış bir halde, dün tüh kaka denilenler bugün el üstünde tutulur. Dün hedefler, dünkü düşmanlıklar çoktan unutturulmuş, onlar yeniden dost kılınırken bambaşka odaklar ve insanlar ve ülkeler hedefe konulur. Kaypaklığın, düzenbazlığın, hırsızlığın ve umarsızca yağmacılık hallerinin, devletin malı deniz, yiyemeyen keriz mottosu üstünden gününü gün eden, akp çocuklarının hallerinin bir ilerleme, yenilenme, dönüşüm olaraktan duyurulduğu yerde, çürüme emareleridir mesele. Geçmişin kör karanlığı bitti, yepyeni bir umut doğdu, özgürlük bizimle geldi, artık konuşmak serbestiyeti, dinini yaşama hürriyeti vesaire var edildi denilirken eskisinden de sinsi köşeye kıstırma halleri imal edilir. Düzen o bahislerle sıradan insanları oyalarken, zokayı yuttururken esas meseller, asıl yağmalar o köşeye tefeye atılmış rantiye oyunları al gülüm ver gülümler şekillendirilir. Böyle bir hal üstünden güncellenendir ülke, bu kadar!
Gündelik linç pratikleri, hedefe konulan temsiller, organizasyonlar yanında devleti alinin her durumda öteki gördüğü halkların başına örülen yeni çoraplar da dahil edildiğinde ol eski nasıl yeniden yaşatılmaya devam ediliyor bu inadı görmek mümkün kılınıyor. Bariz bir düş kırımı sahnesi olarak, geçmişin olumlanabilir her şeyini bir kenara terk ederek ve hep daha da geriye gitmeye çabalayarak, tüketerek, hep tükenerek, her dem tükenişi ağır bir tavsiye, tasfiye aracı kılarak baş amir ve şürekası yenilenen ülkeyi cürmün döl yatağı kılıyor. Oradan çıkan her yeni temsil, ucube bir temsiliyet, daha öncesinde çok eskilerin o tekillik rejiminin suna geldiği açmazlar / ağır dayatmalar, çok daha ağır sınanış hallerinin sınırına taşıyor. Bir yandan yağma, bir yandan söğüş, rant kavgaları var edilirken, öte yanda vatan millet sakarya zikredilirken en olmayacak cürmün, suçun peşinde çıkar ortaklıkları, hamili kart vatan sevdalısı, hırsız, mafya, bürokrat, vekil var ediliyor. Böyle bir ortaklık hali içerisinde geçmişin izleri silinirken, bambaşka kötülüklerin ferah feza yollarına çıkıyor ülke. Hem çalıyorsa, yol yapıyor, uçak yapıyor, araba da yolda kıskanan Avrupalar, Amerikalar, neler neler kimler kimler, daha neler neler varken bizim sırtımızı yere getiremez hiç kimse diye onayan bir iradeyi de kendisine rehin alabilirken her şey çok açık bir biçimde yeni ülkenin de aynı haltın laciverdi olduğunu bildirir. Zamanın izi geçmişin olumlanabilir tüm edimlerinin tözü bırakılmaz. Yerine ikame edilen yegane şey çok daha kalıcı / derin / sınırsız bir çürümedir, bu kadardır.
Bianet’ten aktaralım: “Suç örgütü liderliğiyle suçlanan Sedat Peker'in, öne sürdüğü rüşvet ağı iddialarının odağındaki Marka Yatırım Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mine Tozlu Sineren, iddiaları kabul etti.
Dün gece Halk TV canlı yayınına katılan Mine Tozlu Sineren, iş hayatı boyunca rüşvetle karşılaştığını ve bunları ilgili kurumlara bildirdiğini dile getirdi.
Cumhurbaşkanı Danışmanı: "Para vermezsen olmaz"
Tozlu-Sineren, "Bu işi açmamı sağlayan SPK'ydı. Sedat Peker'in yazdıklarında doğru olmayan ufak tefek şeyler var. Zehra Taşkesenlioğlu vasıtasıyla rüşvet teklifinde bulunulduğunu CİMER'e ilettim" dedi.
Mine Tozlu Sineren özetle şunları söyledi:
"Ali Fuat Taşkesenlioğlu başkan (SPK) olduğunda, bu süreçleri anlatmak ve sermaye artırımı için randevu talebinde bulundum. Ama aylarca randevu verilmedi. Bunun üzerine araya giren kişiler bana Zehra Hanımla (AKP Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu) görüşmem gerektiğini söylediler. 'Şu an seçim dönemindeyiz denildi ve Erzurum'a gittik ve bir köye çağırıldık. Bir kahvehanede gece orada bekledim ve Zehra Hanımla görüşmemizi yaptık. Dedim ki "Abininiz Ali Fuat beyle görüşmek istiyorum ama sizinle görüşmem gerekli olduğunu söylediler" dedim. "Abime bunu ileteceğim, siz görüşürsünüz" dedi. Ben oradan ağlayarak ayrıldım. Çok üzüldüm, dedim ki burada ne işim var, SPK Başkanıyla görüşmek için bu köyde ne işim var ve Zehra Hanımın bu konuyla ne alakası var.
"Sonra tekrardan Ankara'ya çağırıldım, burada araya başka insanlar giriyor, haber yolluyorlar, para vermezseniz kesinlikle sizin işiniz hallolmayacak diye bir sürü haber alıyorum. Ben Next Level'da bir büroda Serkan Taranoğlu'yla (Cumhurbaşkanı Danışmanı) karşılaşıyoruz. Serkan Taranoğlu'yla görüştük, durumu anlattık. "Rüşvet vermem, rüşvet verecek bir pozisyonun yok, şirketimin kasasına para koymak istiyorum" dedim. "Para vermezsen bu işler asla olmaz" dedi. Sistem kurulmuş. Şuna gidersen şu kadar para verirsin, buna gidersen bu kadar verirsin dediler. Arkadaş ortamı oluştuğu için ben Taranoğlu'na mağduriyetimi anlattım, o da mağduriyetlerini anlattı."
(...)
"CİMER'e ilettim"
"Cimer'e yaptığım başvurularda rüşvet istendiğini ve elimdeki belgeleri ileteceğimi söyledim. Geçen hafta karakoldan aradılar ve ifade vereceğim. Siyasilerin içerisindeki kişilerin isimlerini CİMER'e vermeme gerek yoktu. Zehra Taşkesenlioğlu vasıtasıyla rüşvet teklifinde bulunulduğunu CİMER'e ilettim. Benim elimdeki belgeler Sedat Peker'in elindekilerden daha fazla."
"Sedat Peker bu bilgilere nereden ulaştı bilmiyorum"
Sedat Peker ile tanışıp tanışmadığı sorusunu üzerine Tozlu-Sineren, "Bey-Hanım ölçüsünde bir tanışıklığımız var deyip şöyle devam etti:
"Ben Sedat Peker'i eskiden tanırım ama bu bilgilere nereden ulaştığını bilmiyorum. Sadece tanışıklığım var. İş ilişkimiz yok. Bana daha önce yaşadığım bu sıkıntılardan dolayı geçmiş olsun mesajı iletti. Sedat Peker'in yazdıklarında doğru olmayan ufak tefek şeyler var.
"Bu bilgileri nereden öğrendi çok şaşırdım. Bununla ilgili şikayetlerde bulundum, savcılık şikayetlerim var, CİMER'den tutun SPK Başkanı'na bile anlattım, hiçbir şey olmadı ama bu bilgiler nasıl eline geçti, çok şaşkınım."
Ne olmuştu?
Suç örgütü liderliğiyle suçlanan Sedat Peker, eski Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Başkanı ve eski Halkbank Genel Müdürü Ali Fuat Taşkesenlioğlu, Cumhurbaşkanı Danışmanı Serkan Taranoğlu, AKP Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Deniz Meclisi Üyesi Salih Orakçı ile ilgili yolsuzluk iddialarında bulundu.
Deli Çavuş isimli sosyal medya hesabından 50 tweet'lik paylaşım yapan Peker, çeşitli WhatsApp yazışmaları ve belgeleri de delil olrak sundu.
Öte yandan Peker, Hürriyet gazetesi ekonomi yazarı Burak Taşçı ile ilgili olarak ise borsa manipülasyonları yaptığını iddia etti.
SPK Başkanı Ali Fuat Taşkesenlioğlu'nun, kendisine bir sorun nedeniyle başvuran Marka Yatırım Holding'in sahibi Mine Tozlu Sineren'i, AKP'li Zehra Taşkesenlioğlu'na yönlendirdiğini öne süren Peker, Taşkesenlioğlu'nun da Mine Tozlu'yu Way Out adlı bir finansal danışmanlık şirketine yönlendirdiğini söyledi. Danışmanlık adı altında 12 milyon TL "rüşvet" istediğini öne sürdü. Mine Tozlu Sineren'in ödemeyi reddettiğini belirten Peker, daha sonra Cumhurbaşkanı Danışmanı Taranoğlu'nun, Mine Tozlu Sineren'e ulaşarak söz konusu danışmanlık şirketinde bir araya geldiklerini belirtti.”
Bianet’ten aktarmaya devam edelim; “Sedat Peker, bugün (28 Ağustos) paylaştığı 50 twit ile Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) eski Başkanı ve Halkbank eski Genel Müdürü Ali Fuat Taşkesenlioğlu'nun "rüşvet karşılığı aldığı 100'e yakın mal varlığı olduğunu, 180 milyon dolarını villası ve iki dairesinde sakladığını" iddia etti.
Peker, konuyla ilgili özetle şöyle dedi: "Ali Fuat Taşkesenlioğlu'nun rüşvet karşılığı aldığı 100'e yakın mal varlığı var. Bunların çoğunluğu Nedim Özbek ve Diyarbakırlı olarak bilinen Emin'in üzerinde ancak başka yakınlarının üzerine de yapmış. Başka yakınlarının üzerine yapmış olduğu mallar da var.
"Yüce devletimizin şerefli polislerine samimi ihbarımdır: Ali Fuat Taşkesenlioğlu 180 milyon dolarını Bahçelievler'deki villasında ve Halkalıdaki bir apartmanda olan karşılıklı iki dairesinde saklamaktadır. Bu olaylar basına düşünce paraların büyük bir bölümünü taşıdı.
"Ancak bir bölümünün halen o evlerde olduğunu biliyoruz. Evlerin adresi baz istasyonu kayıtlarından çıkarılabilir."
"Alın, kendi ağzıyla söylüyor"
Paylaşımlarında Ali Fuat Taşkesenlioğlu'nun kardeşi, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu ve boşanma aşamasında olduğu Ünsal Ban'a da değinen Peker, Ünsal Ban ile görüştüğünü ve Ban'ın "öldürüleceğini düşündüğünü" söyledi.
Ban'a "Hayatını kurtarmak için yapıyorum" diye seslenen Sedat Peker, "Hatta eşi olan AK Parti Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu'nun evde otururlarken kendisine bıçakla saldırarak kısmen yaraladığı olaydan sonraki gizlice çekmiş olduğu görüntüleri bana yolladı. Ben de bu görüntüleri sizinle paylaşacağım" diyerek bir video paylaştı.
Peker, videoyla ilgili paylaşımlarında özetle şöyle dedi:
"Zehra Taşkesenlioğlu'nun elinde büyük bir kasap bıçağı varken 'Seni öldüreceğim' diyor. Ayrıca da sinir krizi geçirerek ağabeyi Ali Fuat Taşkesenlioğlu ve kocası Ünsal Ban'ı kastederek 'Siz para çalacaksınız, siz para yapacaksınız, ben ise rezilliğini yaşayacağım' tarzında bir şeyler söylüyor.
"Sayın savcılar, sayın hakimler, ben suç örgütü lideriyim bahanesiyle dediklerimi ciddiye almıyor havası yapıyorsunuz (tüm delillere rağmen) İktidar partisinin Erzurum milletvekilinden daha güvenilir şahit mi arıyorsunuz? Alın kendi ağzıyla söylüyor."
Ali Fuat Taşkesenlioğlu'ndan açıklama
Öte yandan, Ali Fuat Taşkesenlioğlu, Sedat Peker'in dün açıkladığı iddialar ile ilgili olarak sosyal medya hesabından bir açıklama yaparak ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunacağını söyledi.”
Bütünüyle zamanın izi çıkmış, rüşvetin belgesi mi olur pezevenk denilen bir uzamdan hiç gizlisi saklısı olmadan var edilen al gülüm ver gülüm, ama öyle ama böyle iç etmelerin ol ulu orta rant sofralarına varılan bir menzil bir kere daha ifşa edilir. Açığa düşen Ak Parti, iktidar ve dönüşümünün teminatı olan bürokrasi ile nasıl bir şantaj ağı kurduğunun da en kestirmeden özetini paylaşır. Herkes ama herkes bir biçimde reisin gözetimi altında bütün bu parsadan pay kapma savaşlarının ulaştığı boyutun korkunçluğu gözler önüne serilendir bir kere daha. 17-25 Aralık güncesinde ayakkabı kutularına doluşturulan milyonlarca dolar, Man Adaları ya da İsviçre bankalarında saklanan emtialar, sömürü düzeninden her ne kar varsa onun ezildiği bir dolu sızıntı belgesinde dolaşıma sokulan, amirinden memuruna, memurundan, bürokrat ve hakimine ve vekiline tabi ki de suç işleri bakanı gibi bir temsilden o nihayetinde herkesin bildiği zata uzanan / çıkan bir serüvenden bir kesit sunulur.
Patavatsız bir iç etme halinin yekunda her ismi anılandan suç duyurusu, inkar ve olası tüm karşılıklarla var edilen hırsızlığın belgelenmesine karşı ön almalar var edilir. Cerahat, zamana yayılmış olagelen tüm o hesap verme mekanizmalarının da nasıl alt üst edildiğini göstere gelir. Birkaç siyasetçi, kıyısından köşesinden birkaç temsili, hukukçunun suç duyurusu / duyuruları bunca afaki kılınmış cerahatin her neresini durduracaktır. Kim nasıl her ne şekilde hesap verecektir ki sahiden? Biteviye hırsızlık / rant / yağma ve artık yeter, kafi görülmediğinden pastadan daha büyük dilimleri yutabilmek için var edilen savaşların akıbeti ne olacaktır? Sıradan yurttaşların hayatlarının ne başı ne ortası ne sonunda görmeyi bırakınız, hayal dahi edebilmesi mümkün olmayan konfor içinde yaşama halinin, ulu orta çekilen satır gibi nesnel suç aletlerinin, kavgaların, girift hallerin ortasında bunca hanedanlık halinin zamanın çürümesinin de nişanesi olduğu gözlerden kaçırılmak istenir. İsimler değişiyor, sistemin sağladığı cerahat hali, bir biçimde din, iman ve benzerlerinden dem vurup, bunları satarak müştereklerimizin talanı kesintisiz kılınıyor. Akp ve suna geldiği hegemenoya halinin sunduğu / pay ettiği / geleceğe taşıdığı yegane şey daha derin ve kalıcı bir hezimete boyun eğdirmek olduğu gözlerden kaçırılıyor. Adaletsizliğin arşa çıktığı bir zeminde bir dolu masal anlatılırken, mafyanın aksettirdiği yüzeylerden bile ol çürüme hali görünür kılınıyor. Hesabı ne olacak, bu da mı örtbas olunası bir mesel olarak geçip gidecektir! Mesele budur.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
İllüstrasyon - Jun CEN
#meram#arzihal#günce#çürüme#çürük#kokuşma#mafya#devlet101#kötülük makamı#riya#sahtekarlık#bet#fecaat#tiksindirici#türklük sözleşmesi#cerahat güncesi#medya#suç işleri bakanlığı#dingo'nun ahırı#siyasa#biyopolitika#hırsızlık#akp#yeni ülke#somut#suç#hakikat meseli#hayat ne olacak#demokrasi#adalet
1 note
·
View note
Text
Sesli Meram #241 - Karşı Radyo (02.08.2022)
"Ülkede sabahtan akşama kadar var edilen tüm ol yıkıcı gündemin farkında dahi olmayan milyonlarca yurttaşın varlığı söz konusu ve hâlâ seçimle gidecekler bahsinden başka bir tahayyül hakikat kılınmış değil. Sahiden emin misiniz, son kararınız mı bunca demokrasi katledilmişken. Sahiden emin misiniz, hayat aralıksız bir biçimde kuşatma altına alınırken ve kuşatılmışken. Sahiden emin misiniz, ekranlardan gazetelere yedi gün yirmi dört saatin tamamında kendi propagandasını örgütlerken kalan herkesi düşman diye kodlarken erkanı muktedir. Basitçe bir demokrasi kırımının, adalet gasbının, nihayetinde hürriyeti tehlikeye atan çabaların toplamında tam da kestirmeden bedene / akla / fikir ve eylemselliğe karşıt, dediğim dedik çaldığım düdük diye çıkagelen bir iktidar pratiği karşısında seçim / sandık ve oy neye yarayacaktır ki? Her şekilde bunca dipsiz karanlıklara rehin edilmiş olagelen bir yerde, şimdiki ev sahiplerinin siyasal islamcı tavırlarının, kural kanunu – şeriata kadar tanıya gelenlerinin paylaşımları, eylemleri bir yandayken nedir ki seçim tek başına. Bir de o kimlik karmaşıklığından nereye yaslanacağını artık karmaşık kılan kurucu önder partisi ve onunla birliktelik sergileyen altılı grubun suna geldiği birbirinden betere çıka gelen ol tavırlarla / aynısının laciverdi arasında hayat her nereye konumlandırılabilir ki?" sesli meram
podcast image credit: dream until its your reality:::jon tyson:::unsplash
#karşı radyo#seslimeram#söz hakkı#yara#mesele#durum raporu#anlık#güncel#müştereklerimiz#ermeni#ayrımcılık#şiddet sarmalı#protestan#hristiyan#politik şiddet#kötülük#cerahat güncesi#nefret#ötekiler#hayata ne oldu?#demokrasi neydi#anlam#devlet101#kesintisiz kötülük#biyopolitika#başka türkiye var#anlatı#podcast#drum and bass#edm
1 note
·
View note
Text
Ucuzluk Meseli
Ucuzluk içinde hayatın varlığı, ederi, bariz bir hiç kılınıyor. Bir tenzilat haline rehin edile gelen her gününde onlarca yaranın, yıkımın var edilebildiği bir uzamda sözün artık naçar kılınmasının yolu / yönü daimi ucuzluktan geçiriliyor. Bütün pespayelik ile bütünleşik bir istikameti bildirirken, haneden hayatını sürüp ilelebet iktidar olma gücünü / yetisini bariz bir biçimde kendisinde olduğunu zikredenler, böyle sayanlar elinde hayatın ehveni belirli bir yıkıma rehin kılınıyor. Sonu hiçbir türlü kestirilemeyen bir cerahat kuşatma, cürümler ile temellendirilen bir cehennem döngüsü yaşam olarak addediliyor. Hayatın ehven olanla bir biçimde yollarının ayrıştırıldığı şecereye rehineliği ile yaşama eyleminin ucuz kılınmış bir mesele / eyleme dönüşümü de hayata geçirilir. Fakire bir sadaka düzleminden sürülen, var edilen sözde iyileştirmeler, asrın asgari ücret zammı ve halkı enflasyona ezdirmeyip, biz ezeceğiz yollu çıkışlar arasında örülen yollar / açılan gedikler bu cüzi, bariz ucuzluk panayırı ülkeyi görünür kılar.
Emtia fiyatlarındaki oynamalar gibi, sürekli olarak sahnedeki sıradan insanların hayatta var olma hakları, varlıkları, beklentileri ile de oyunlar oynanır, grafikler çizilir. Tüm bu habis döngü çarklar dönerken her şeyden medet kesmiş, karanlığa rehin, kuru ekmeğe şükredecek, salt tapınacak, oy zamanı da uslu uslu iktidar lehine kullanacak bir denekliği imal etmek içindir. Ülkenin yenisi budur. Hayatın ederi, anlamı, meramı, kapsamı hepsi ve her bir ögesi zayi olunurken bir tek hiçlik sınırsız konulmaktadır. Dibine çekildiğimiz o karanlığın temsili sureti laf değil doğrudan cürümlerin makamıdır artık. Bütünüyle belli bir odaktan çıkagelen hamleler arasında hayatın ehven ile olan bağlarının kopartılması bir biçimde sabitlenir. Cürümler cürümleri kovalarken, yaşama gölgeler düşürülürken, hesap kitabın bini bir paraya muktedir lehine çevirilen dolaplarla yeniden imal edilirken sıradan insanların hayat hakları ellerinden çalınır. Misal haftalardır yeniden ifşa etmeye başlayan dünün sofrasının payandalarından bir mafyanın kirli ilişkiler ağı içerisinde seksten tutun, yağmaya birbiri ile ilintili olmayan ama her durumda birbirilerinin peşini kollayan siyaset ve medya ve gündelik yaşama ahvalinin kamusal olanı nasıl söğüşleyip iç ettikleri çarşaf çarşaf, o bu şu partili olmasına, şu bu o ismi zikretmeye hacet olmadan görünür kılınır. Bu hallerin yekununda adalet makamından ses çıkmazken, cılız birkaç itiraz, ne olacak şu memleketin hali kısır döngüsü yinelenirken, kartlar yeniden başka talihliler için karılır. Bir kağıt destesinde yer alan kağıt kadar yeni oyuncu oyuna dahil edilir. Bir fasit döngü yeniden başlar, iyi de nereye kadar?
Tümüyle hayatın ucuz kılınması bu magazin görünümlü ucubelik ilişkiler, çıkar ağlarına dolanmış tiplemelerin elinde yeni ülke bildiğiniz bir kısır döngünün içinde debelenip de hiçbir yere varılamayan, tek bir iyi günü bırakılmayan bir yere dönüştürülür. Yaşatan yeri yaşamla bağlarını kopartmış bir mahpushane kılmak, evi, evlikten çıkartarak dönüşsüz bir karanlık dehlize indirgemek var edilendir. Umut zayi olunurken, insanların hayatını bariz bir hiç kılarken o muktedir, şu yağmacı, o şantaj ekipleri bilmem neler adaletin kantarının da boş kefelerinin de çalındığı yer de gerçek kılınır. Örnekleriyle, lebalep vurgularıyla her durumda çıkagelen muktedirin kendine doğrularıyla o habis bakış sürekli sabitlenir, böyle bir sahada her gün yeniden çıkış noktası bu doğrultuda imal edilir. Aynı gemideyiz lafzını da düşündüğünüz vakit bütünün her nasıl bir tirat ile çıkageldiği var edilen ucuzluğun her ne beter bir tahayyüle çıkageldiği ortaya düşecektir. Şuraya sıralayacağımız birkaç örnek dahi bunu bildirmeye kafi gelecektir haddizatında. T24’ten aktaralım: “Yeni Akit Yazı İşleri Müdürü Ali Karahasanoğlu, 2 Temmuz Sivas Katliamına ilişkin yazısında, "Her 2 Temmuz’da, sol mecraların adet haline getirdikleri tekrarları dinler, muhafazakar tv kanallarında bile dillendirilen iftiraları bir daha, bir daha izleriz. Olayların başını anlatmazlar.. Kimler, niçin gösteri yapmışlardır, söylemezler.. Olayların ortasını çarpıtırlar.
Gösterilerle, Madımak otelini yakanlar arasında bir bağ olmadığı halde, ölenlerin sorumluluğunun göstericilerde olduğunu iddia ederler.. Sonunu ise, tamamen gerçeklere aykırı şekilde dizayn ederler.
Protesto hakkını kullanmak isteyen insanlardan 33 kişiyi, anayasal düzeni cebren değiştirmeye kalkışmakla suçlayıp, idama çarptırdıkları ile yetinmeyip, o gün Madımak oteli önünde olan 10 bine yakın insanın da tek tek tespit edilip, aynı cezaya çarptırılmalarını isterler.." diye yazdı.
"Oteli yakanları bulun, cezalandırın.. Ama Aziz Nesin’i protesto edenleri bırakın.." diyen Karahasanoğlu, "Anayasal hakkını kullanarak Aziz Nesin’i protesto eden masum insanları ise, “oteli yakmak”la suçladılar..
Yetinmediler, protesto hakkını kullanan masum insanları “Anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs etmek”le suçlayıp, idam cezası verdirdiler.
Apo için idam cezası kaldırıldığında, Sivas mağdurları da, idam edilmekten kurtuldu, ama ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezaevinde kalmaya devam ediyorlar." ifadelerini kullandı.
Ucuzluk dediğimiz şeyi var eden bir muamma değil kesintisiz bir nefretin son sacayağı ol Akit nam paçavranın kaleminden irin damlayan temsilinden çıkagelir. Kör karanlığın 29 koca yıl önce, ama teşviklerle, ama halkı galeyana getirerek, ama Aziz Nesin gibi sahiden de meramı ülkenin düşünsel anlamda ilerlemesi olan bir zatı hedef hala kör hedef kılmaya çabalayarak bir katliamı savunmaktır, ucuzluk. Otuz dört canın akıbetinin mamafih boşa düşürüldüğü, adaletin ne tam anlamıyla tecelli ettiği, ne de Madımak gibi bir yapının müze yapılabildiği bir suç / pogrom / katliam için böylesine çekincesiz seslenişlerin ta kendisidir hayatı ucuzlatan. Nasıl olsa karşı mahallenin dediği insanların bu ülkeye dair en çok çaba sarf eden, akla, fikre, izana ve yeniden mücadeleyle bir yaşanabilir ülke hal ve umuduna saldırmak yeniden var edilir. Ötekisi sanılanın bu toprağın kökünden olması bir yana, hakikati eğip bükerek bir katliamı normalleştirmek de bugün utanç verici haline ek kılınır. Akit ve insanımsı temsilin suna geldiği cerahatin karşısında, bu ucuzluk ile tam anlamıyla karşılanan hayat memat mücadelesine, Arto Tunçboyacıyan’ın var ettiği iki satır cümle yeterince açık bir yanıt(ımız) olarak kayda geçsin. “Ben Sivas’da doğmadım. Sivas benimle doğdu. Ben Sivas’da insanları yakmadım insana benzeyen yaratıklar Sivas’ı yaktılar. Gürün’lü Setrak’ın küçük oğlu Arto”
Bianet’ten aktaralım: “Adana Kürkçüler E Tipi Kapalı Cezaevi'ndeki adli tutuklu Şehmuz Emen, 22 Şubat’ta sayım sırasında gardiyanlara hastane sevk için yaptığı başvurunun akıbetini sorduğu için kameralar önünde işkence gördü.
Çıplak bir şekilde hücreye konulan Emen’in darp sonucu kulağında işitme, gözüne ise görme kaybı oluştu.
Mezopotamya Haber Ajansı'ndan Hamdullah Yağız Kesen'in haberine göre, Emen'in, Adana Cumhuriyet Başsavcılığı'na yaptığı suç duyurusu sonrası gardiyanlar hakkında iki farklı soruşturma başlatıldı.
İki ayrı dava açıldı
Soruşturmanın ardından Emen, Adana Kürkçüler 1 Nolu T Tipi Kapalı Cezaevi'ne sevk edildi. Savcılık, gardiyanlar C. G. ve H. A. hakkında, "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" ve "Basit yaralama" suçundan iddianame hazırladı.
Adana 23'üncü Asliye Ceza Mahkemesi iddianameyi kabul ederek, gardiyan C. G. ve H. A. hakkında dava açtı. Davanın ilk duruşması 13 Ekim'de görülecek.
Savcılık ikinci soruşturmasında ise gardiyanlar Ç. Ş., H. G., H. C., R. D. ve Y. M. hakkında "İşkence yapmak" suçundan iddianame hazırladı.
Adana 10'uncu Ağır Ceza Mahkemesi de iddianameyi kabul etti ve gardiyanlar hakkında dava açtı. Davanın ilk duruşması 28 Eylül'de görülecek.
"Geç içeri ulan..."
Savcı iddianamede, Emen'in şikayeti üzerine 24 Şubat 2022'de soruşturma başladığını ifade etti ve Emen’in ifadesine yer verdi.
Emen ifadesinde, sayım esnasında yaşanan bir tartışma sonrası gardiyanların kendisini yere yatırarak odadan dışarı çıkardığı ve daha sonra darp edildiğini anlattı.
Emen, ifadesinin devamında; D-20 1’inci kat 2’nci odaya çıplak bir şekilde sadece alt iç çamaşırı ile konulduğunu, yine odada yatak olmadığını ve yerlerin gardiyanlar tarafından ıslatıldığını ve kendisine “geç içeri lan, ıslak yerde otur" denildiğini, söz konusu olay sebebiyle şikayetçi olduğunu belirtti.
İşkence kameralara yansıdı
İddianamede, kamera kayıtlarına yansıyan işkence görüntülerine dair hazırlanan bilirkişi raporuna da yer verildi. Raporda şu bilgiler yer aldı: "6 İKM’nin (infaz ve koruma memuru) kamera görüş açısına giriş yaparak geldikleri ve oda kapısının kilidini açtıkları, 4 İKM’nin oda içerisine girdiği, 1 İKM’nin kapıda beklediği, diğer 1 İKM’nin ise yan taraftaki oda kapısına gittiği ve kapı önünde beklediği tespit edilmiştir.
"Yerde sürüklediler"
"Kapıda beklemekte olan İKM-1’in panik hareketler sergilemeye başladığı ve kameraya doğru eliyle hareket yapıp, diğer İKM’leri çağırdığı anlaşılmaktadır.
"Daha sonra oda içerisine girdiği tespit edilmiştir. Odaya giriş yapan İKM’lerin müşteki Şehmuz Emen olduğu değerlendirilen hükümlü/tutuklu şahsı yüzüstü olacak şekilde yerde sürükler vaziyette odadan çıkardıkları, İKM-2’nin sağ elini kullanmak suretiyle yerde yatar vaziyetteki müştekinin yüzünün sağ tarafına tokat attığı tespit edilmiştir.
"Kafasına tekme attılar"
"İKM’nin hep birlikte müştekinin üzerine doğru eğilmelerinden dolayı müştekinin yerdeki hal ve hareketlerinin kamera görüş açısı dışında kaldığı, İKM-3’ün sağ ayağını kullanmak suretiyle müştekiye tekme attığı, İKM-3’ün yere eğilerek müştekinin kafa kısmına doğru yaklaştığı tespit edilmiştir.
"İKM-4’ün sağ ayağını kullanmak suretiyle müştekiye 2 kez tekme attığı tespit edilmiştir. Diğer İKM’lerin koşarak olay yerine geldikleri esnada ellerini havaya kaldırıp sallayarak (yapmayın dercesine) olay yerindeki İKM’lere bir şeyler söyledikleri, olay yerindeki İKM sayısının 12’ye yükseldiği tespit edilmiştir.
"İKM’lerin müştekiyi yerden kaldırdıkları ve kollarını arkadan tutup başını öne eğik vaziyette tutmak suretiyle koridorda yürüterek götürdükleri ve ağzını kapatarak götürmeye başladıkları tespit edilmiştir.
Mahpusu soyundurdular
"İKM’lerin müştekiyi demir parmaklıklı kapı önüne getirdikleri, fakat oda içerisine götürmeyip kapı önünde duracak şekilde kamera görüş açısı dışında beklettikleri, İKM5’in oda içerisine girdiği ve oda içerisindeki yatak, örtü gibi eşyaları oda dışına çıkardığı tespit edilmiştir. Müşteki şahsın kıyafetlerini oda dışında bırakarak üzerinde sadece baksır (iç çamaşırı) ve ayağında çorap olacak şekilde odaya girdiği, İKM-5’in hala oda içerisinde olduğu tespit edilmiştir.
"Müştekinin oda içerisine giriş yapması akabinde İKM-5’in içerisinde su olabileceği değerlendirilen 5 litrelik şişeyi eline aldığı ve şişe içerisindeki sıvıyı oda içerisinde yerlere döktüğü (özellikle yatağın kaldırıldığı yüksek zemine dökmektedir) tespit edilmiştir.
"Bidonla vurmaya çalışıyor"
"İKM-5’in sıvıyı yerlere döktükten bidonu hızlı bir şekilde müştekinin kafasına doğru salladığı ve bidonun kamera görüş açısı dışına çıkış-giriş yaptığı, müştekinin kamera görüş açısı dışında olmasından dolayı İKM-5’in bidonla gerçekleştirmeye çalıştığı vurma eyleminin müştekiye temas edip etmediği hususunda inceleme ve teşhis yapılamadığı tespit edilmiştir.
"İKM-5’in odadan çıkış yaptığı, müştekinin oda içerisine kaldığı, İKM’lerin kapıyı kapatıp kilitledikleri ve akabinde oda önünden ayrılıp kamera görüş açışı dışına gittikleri tespit edilmiştir. Müşteki şahsın elleriyle zemini sildiği tespit edilmiştir. İKM’lerin kamera görüş açısına giriş yaparak geldikleri ve oda kapısını açtıkları, Müşteki şahsın odadan çıkış yaptığı ve kıyafetlerini giyindiği tespit edilmiştir.”
Gardiyanlardan "para teklifi"
Emen'in ablası Perihan Güngör, "gardiyanların davadan vazgeçmeleri için kendilerine para teklif ettiğini" söyledi.
Davadan vazgeçmeyeceklerini ifade eden Güngör, işkence görüntülerini izledikleri andan itibaren aile olarak psikolojilerinin bozulduğunu söyledi. Kardeşinin duyu ve görme sorunu yaşadığını paylaşan Güngör, "Başkalarının canlarını yakmasınlar diye ben karşılarında duracağım” dedi.
Sistematik işkence
Emen'in avukatı Mehmet Nuri Toprak, işkencenin kameralara yansıdığını, müvekkilinin gözlem odasına götürülmesi gerekirken, tek hücreye götürüldüğünü, işkencenin yanı sıra çıplak arama dayatmasını da maruz kaldığını söyledi.
Müvekkilinin sadece hastaneye sevk isteyip, sevkinin akibetini sorduğu için işkence gördüğünü belirten Toprak, müvekkilinin sistematik işkenceye maruz kaldığını, şikayet üzerine gardiyanlar hakkında 2 farklı dava açıldığını anlatarak, "Müvekkilimin yaşadığı durumun adı işkencedir" diye konuştu. Toprak, müvekkil ve ailesi üzerindeki baskının son bulmasını ve yargının gerekli kararı vermesini istedi.”
Ucuzun da ucuzu denilenin hayattaki karşılıklarına bir diğer örnek bu yukarıdaki belgeli işkencedir. Adana Kürkçüler E Tipi Kapalı Cezaevi'ndeki adli tutuklu Şehmuz Emen, 22 Şubat’ta sayım sırasında gardiyanlara hastane sevk için yaptığı başvurunun akıbetini sorduğu için kameralar önünde bu işkenceyle yanıtını alır. Muktedir aklının aralıksız bir biçimde sürdüre durduğu 12 Eylül karanlığı ile yüzleşildi. İşkenceye sıfır tolerans, burası bir hukuk devletidir gibi nice argüman öne sürülürken var edilmiş olan yegane şey çok daha ağır, çok daha kalıcı, daha azap verici hallerin hayatın ortasında yeniden imalidir. Bir tecrit noktası kılınmış olan mahpushane dahilinde, kameraların, dijital gören gözlerin önünde var edilebilecek her türlü insanlık dışı muamele var edilir. Bir biçimde içerideki o Şehmuz Emen’in, dışarıda ailesinin süreğen bir biçimde baskı altına alınmasının da hali, tezahürü ile hayatın her nasıl ucuza konulduğu da gözler önüne serilir. Adalet kantarının ayarı her zamankinden de seri bir biçimde zehirlenirken, yok sayılırken bunca afaki aha da belgeli olan bir suç için ne zaman harekete geçilecektir? Devletin suç işleri bakanlığı haline dönüşen makamından ne zaman bir ses çıkacaktır? Masumiyet karinesi alt üst edilip bir de haklar elinden çalındığı vakit, üstüne bir de işkence ile çıkagelen bir devlet / yönetim katından, emir erlerinin kendilerine görev addedilmiş gibi yapageldikleri tüm o insanlık dışı muamelenin hesabını kim ne zaman verecektir, hangi zaman?
Ucuzluk içerisinde hayatın ederi / anlamı perişan ediliyor. Muktedir olgusu / algısı tümü birden yönelim / tavrı ve tahayyülü ile birlikte bir deney sahası kılınan yerde hayatın ta kendisi ucuza kapatılıyor. Vahamet her neresinden bakılırsa bakılsın süreğen bir tekrarla yeniden imal edilenlerde görünür kılınıyor. Katliamlar normalleştirilirken, cerahat sahibi erkin yol verdiği linç mangalarının eylemleri vakayı adiye kılınıyor. Bir tarafın acısının üstünde tepinirken, beri yanda olmakta olanın uçurumun / var edilmiş yaranın değil farkına varmak umursanmıyor. Magazinsel bir tavra dönüştürülmüş ses etmelerin, yasın ta kendisini bir gösteri sahasına dönüştüren aklı evvel suretlerin odağı işkence olanı dahi herhangi bir vaka saymasının yarası çıkageliyor. İçerisi dışarısından beter, dışarısı içerisi kadar ağır yıkımlara rehin ediliyor. Hayat ucuz kılınırken, var edilmiş her kötülüğün ardılı sıra çıkagelen, yeniden imal edilenlerle yolu / yordamı / endamı / anlamı da paramparça ediliyor. Geleceğinin nasıl biçimlendirilecek olduğuna dair kehanete gerek kalmadan şu an, şimdinin suna geldikleriyle o mutlak ucuzluk her şeyi yakıp, yıkıyor, yerip, yerin dibine sokuyor. Bütünüyle çarklar dönsün de her şekilde insanlık yerin dibine geçsin diye bir istikamet belirten muktedir aklıyla memleketin her günü zemheri bir karanlığa ucuza kapatılıyor. Ucuzlukta kan damlıyor, yara kanatılıyor, lebalep acı damıtılıyor. Her gün, her yanda, her şekilde....
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Artery Street – Jr KORPA v/ Unsplash
#meram#arzihal#söz hakkı#cerahat güncesi#cürüm hemhal#yara nedir#sözcükler#sesler#kendime not#hayat akarken#biyopolitika#yol nereye?#demokrasi102#çürüme#sivas93#madımak#katliam#unutmadımaklımda#sepastiya#arto tunçboyacıyan#mahpus#işkence neydi#tolerans#türkiye101#anlam#yorum#hakikat meseli#küf#kokuşma#ucuzluk
0 notes
Text
Sesli Meram #234 - Karşı Radyo (14.06.2022)
"Dönüp dolaşıp yirmi koca yılın ezberlerle ne hallere konulduğunun kaydını düşmektir ol mesele misal. Her şekilde bir ülkenin dönüşümünün nasıl en bet, en feci, en katran karası hallerle birlikte var edildiği yeterince örnekleriyle gündelik bir mesel kılınmıştır. Hazretin ve ekip arkadaşlarının kurdukları düzenek sıradan insanların hayat haklarının sıfırlanması bahsini lokomotif eylem kılar. Biyopolitik eylemlilik o ana lokomotifin devamlılığındaki bu ülkede var edilmiş cerahatin çatısıdır. Kürd’ün özlük hakları talan edilirken, Ermeni’nin varlığı küfre meze kılınırken, Süryaniler köylerinde kovalanmaya, Diril Ailesi gibi akıbetlerinin / başlarına getirilen fecaatin konuşturulmamasına bir dolu örneklem var edilir. Bunlar kesmez, Roman’ın hakkı çalınır, Rum milli ve yerli düşman kataloğundaki o en sağlam yerini muhafaza eder. Yahudi binlerce yıllık denilen bir dostluğun izlerini en kestirmeden yok etmek için uydur kaydır tevratların pazara satıldığı bir dini motif kılınır. Dahası da vardır, Ezidilerin başlarına getirilmiş Fermanların sonuncusundaki katkının ta kendisi devlet kaşesiyle beslenen tiplemelerle var edilir. Düzenin öteki addetiği her kimse, her neredeyse, her ne şekildeyse onar karşıtlığın koşulsuz / sınırsız hallerinin hep ama her dem yekunudur mesele / meselemiz."
podcast image credit: old but gold (heart):::rafaela biazi:::unsplash
#karşı radyo#sesli meram#söz hakkı#cerahat güncesi#yara#çünkü öyle#biyopolitika#bakur kürdistan#mardin#süryaniler#saldırı#nefret söylemi#kesintisiz kötülük#kör karanlık#yıkım#nesnel#ayrımcılık#ırkçılık#tehdit#yozlaşma#dicle fırat gazeteciler derneği#gazetecilik suç değildir#kürd#haber#insan hakkı#evrensel#müştereklerimiz#cerahat#anlam#yorum
0 notes
Text
Şimdinin Meramı
Meram birilerine anlatmaktır. Meram bir biçimde suskunluğun vaaz olunduğu yerde tüm o örtbas edilmek isteneni bildirme gailesini ihtiva edendir. Kime neyi anlatıyorsunuz hali, bahsi ve devamında çıkagelen sessizlik kuşatması karşısında, bütünüyle zorbalığın afaki bir biçimde el aldığı yerde olan bitene itirazdır. Belirsizliklere rehine kılınmış, gündelik o yaşam pratiğinin her nasıl afaki bir biçimde kısıtlanmaya çalışıldığına dair belirgin, ardılı sıra bir hak arama mücadelesidir meram. Burada bahsedilen blogun, radyo yayının ya da yazılmış metinlere öznel / ait değil Türkiye sathı mahallinde olmakta olan / devamlılığına dair çabaların eksik kılınmadığı bir yok saymaya karşı, el birliğiyle yükseltilen itirazlardır başlı başına. Ortaklığın, onca saldırgan devletli tutumuna rağmen korunabildiği, birbirinin devamını sağladığı, sorgulamaya edilmesidir mesel bir başına.
Gel gelelim bugün ülkesinde sözün de sesin de, ortaya çıkan itirazın da hakkının yerle bir edilmesine dair çabalar aralıksız katara eklenmektedir. Bir ileri demokrasi cumhuriyetinin yaşayanları olarak her gün bir biçimde sözün önüne setler yükseltilmektedir. Var edilmiş ola gelen anlamların, belirgin tespitlerin, itiraz haklarının lağvedilmesi söz konusudur. Ülke ya da yurt olarak anıla gelenin tam da tersi istikamette bir yutan / çürüten / tüketen bir yere dönüşümü güncellenendir. Böyle bir sahnede, evin artık tam tersine bir kuyuya tam anlamıyla dönüşümünün varlığı karşısında isyanın meselesidir aksettirilmeye çaba sarf edilen. Bunu dahi yok etmek ister muktedir. Bu kadar afaki kılınmış bir zulüm hali, güncelliği dahilinde tek bir itiraza yer olmadığını deklare eder muktedir. Takınılan tavrı var edilen kötülüğü anlatmak için onun deneyine dahil edilmiş her yurttaşın kendi sözü, kendi dimağından çıkagelen apayrı bir tecrübesi vardır. Bunun meselesidir meram denile gelen. Bununla çıkagelen bir toplamdır, toplamda zerk edilmiş kötülük halleridir mesele. Buna karşı korunaksız, böyle bir badire ikliminde her gün sınanan yurttaşın derdidir işte bariz.
Seçmek yasaktır, sorgulamak zinhar, sual etmek, nedir bu hal diyebilmek topyekun alev topuna girmek demektir, gel gel yapmaktır. Açlığa vurgulamak, nankörlükle suçlanmaya kafi gelendir. Yoksun kılındığından dem vurmak, vatan hainliğine girişin temel basamağı. Bir gıdım nefes hakkının dahi çok görülmesine dair endişelerden bahis açıldığında / o da tabi açılabilirse endişeli muhafazakarlığın tehdide çıkagelen tahayyülü ile kuşatılmak var edilendir. Hak da hukuk da garabetlik kılınırken, yol da yordam da çürümeye tam anlamı ile rehin kılınırken dert değil bunlar buyrulur. Var edilmiş katran karanlığında eksiltmeler sürekli kılınmış bir vatan, bayrak, ezan, millet telaffuzu sürekliliğe kavuşturulur. Oysa ol tekerleme kılınmış erimi var edecek insana kıyılır haddizatında. Sözüne de sesine de var ettiği tüm anlamlara da karşıtlık ile dolu dizgin bir yıldırı iklimi güncellenir. Bu hallerle bir yeni ülkenin yönü belirsiz kılınır. Bu hallerle bir doğrudan demokrasi deneyimi bir kere daha hiç edilir.
Gazete Duvar’dan iliştirelim: “Müzisyen Metin-Kemal Kahraman kardeşler, Muş Valiliği'nin 17 Mayıs'ta yapacakları konserlerini yasaklamasına ilişkin yazısını paylaştı.
'İptal' kararıyla ilgili yazılı Valilik bildiriminin ancak konser günü saat 14.00 civarında ellerine ulaştığını belirten Metin-Kemal Kahraman'ın, sosyal medya hesaplarından yaptıkları açıklama şöyle:
"Muş konserimizin iptal edilmesine dair beklediğimiz yazılı Valilik bildirimi ancak bugün saat 14.00 civarında elimize ulaştı.
Her şeyden önce dikkat çekmek isteriz ki, yasaklama kararı şifahen de olsa dün bildirilmesine rağmen belge bugünün yani konserin olacağı günün tarihini taşımaktadır.
Belgede ilginç olan nokta 'Bu faaliyetin, yani Metin & Kemal Kahraman konserinin Öğretmen Evi Konferans Salonunda yapılmasının UYGUN olmadığı, fakat istenirse belediye sınırları içinde başka bir yerde yapılabileceği' ifadesidir. Tıpkı Aynur Doğan konser iptal bildiriminde söylendiği gibi: 'UYGUN görülmemiştir.'
Bu uygunluk meselesiyle söylenmek istenen şudur; 'Ortada bir yasaklama kararı yoktur; uygun bulmama vardır.'
Yani Öğretmen Evi valiliğe bağlı bir kamu binasıdır ve valilik tamamen keyfi bir tercihle bize 'Sizi bu mekana uygun bulmuyoruz; kamuya ait hiçbir yerde size yer yok. Ama isterseniz bu son dakikada gidip bir düğün salonunda konserinizi yapabilirsiniz.' demek istemektedir. Peki kararın altında muhatap alınan kurum kimdir? Il Emniyet Müdürlüğü. Yani karar bir yasaklama değildir, ama gerekirse kolluk gücü aracılığı ile uygulanacaktır.
Burada açıkca söylemek isteriz ki, bizler binlerce yıllık kadim bir dilin, kadim bir inanç öğretisinin talebeleriyiz. Hayatımız bu talebelikle geçti, bundan sonra da yaşadığımız kadarıyla böyle geçecek.
Şarkılarımız, kılamlarımız, beyitlerimiz, deyişlerimiz, masallarımız derin bir hafızaya dayanmanın gücüyle haklılık ve meşruiyet kazanır. Bu durumda gayrı meşru olan bu toprakların derin kültürel hafızasını böylesi keyfi yasaklarla toprağa gömme cüretini kamu görevi sanan bu tekçi, yasakçı, işgüzar hoyratlıktır.”
Yakın zamanda Grup Yorum, daha sonrasında türlü çeşit etkinlik, daha yeni Aynur Doğan, Amed Tiyatro Grubu, şimdi de Metin – Kemal Kahraman konserlerine dair bu engelleme tahayyülü halihazırda memleketin de aldığı yönelimi bildire geliyor. Bütünün sadece biatten ibaret kılındığı, tek sesin, tek duruşun, tek kimlikten mülhem bir bakışıma haiz / bununla yön bulan / bulduğunu sanan bir ülke bina edilir. Kültürel / sanatsal ya da bütünüyle Kürd, Alevi, Zazaki kimliklerinin, lehçelerinin, deyiş ve anlatımlarının kısaca meram eylemelerinin önünün alınması bir kere daha türlü çeşit bahanelerle var edilmeye çalışılır. Kahraman’ların konserlerinin iptal edilmesinin onların var ettiği merama zerre-i miskal etkisi / azaltması söz konusu edilemeyecek iken bile isteye bu taarruz halleri var edilir. İleri demokrasinin her neden dünün cuntacı iktidarının çok affedersiniz boktan bir kopyası, en az onun kadar kötücül bir suretine dönüştüğünü de kanıtlar. Bildik aşina oluna gelen seslenişler / yorumlardan ötesini var edemeyen, her günü daha fazla sınırlarla donatan, kuşatan ve yeren bir muktedir olgusu karşısında tek başına Metin, Kemal Kahraman’ın meramı zaten tüm bu katran karanlığının nasıl biçimlendirdiğini de bildirir, yanıt zaten o meramdan bildirilir, duyan, soran var mı ola?
Rıfat Kırcı’nın BirGün Gazetesindeki haberidir: “Milyonlar yoksulluk mücadelesi verirken ekonomik göstergeler dibe batmaya devam ediyor. Tarım ve sanayi üretiminde sorunlar yaşanıyor. Cari açık, döviz kuru, enflasyon yanı sıra çöküşü gösteren verilere bir yenisi daha eklendi. Ülke ekonomisindeki kırılganlığı gösteren kredi risk primi (CDS) verileri tavan yaptı. Buna göre Türkiye’deki şirketlerin iflas etme ihtimali 8 ayda 2 katına çıktı. Cari açık verilerinin açıklanmasıyla döviz kuru hızla yükselişe geçerken ülke ekonomisindeki kırılganlığı gösteren değerler de tavan yaptı. Ülkelerdeki ekonomik riskleri belirten kredi risk primi (CDS) değeri 709 puana çıktı. Bu değer 23 Nisan’da 580, faiz indirimlerinin başladığı geçen eylül ayında ise 357 puandı.
CDS değerinin artması ülke ekonomisinin daha da kırılganlaştığını ve şirketlerin iflas etme ihtimalinin arttığını gösteriyor. Ayrıca yabancı yatırımcı iflas riski yüksek olduğu için CDS değeri yüksek ülkelerden uzak duruyor, borç da vermiyor.
Ekonomist Uğur Civelek iktidarın günü kurtarma politikalarının sonucu olarak krizin kalıcılaştığını belirtti. Civelek, 2018 yılındakinden çok daha ağır bir konkordato ve iflas sürecinin kapıda olduğunu söyledi. Durumu kurtarmanın mevcut sistem içerisinde mümkün olmadığını çöküşün kaçınılmaz olduğunu aktardı.
CDS değerlerindeki hızlı artışı değerlendiren Civelek şöyle konuştu: “Türkiye’ye bakmadan önce genel bir değerlendirme yapmak lazım. Enflasyon tüm dünyada yükselişe geçiyor ve 6 ay önce enflasyon için geçici denirken artık kalıcı olduğu anlaşıldı. Tüm dünya faiz artırıyor. Enerji ve gıda fiyatlarındaki tırmanış büyük sıkıntılar yaratacak. Enflasyonist baskı kalıcı ve güçlü. Yaratmaya çalıştıkları sakinleşme havası sahte. Bu durumda Türkiye’nin kırılganlığı da riski de artıyor. Ancak Türkiye’deki siyasi irade küresel değişimi anlayamayacak kadar kapasitesiz olduğu için risk ve kırılganlık katlanıyor.”
Birkaç ay sonrasında dahi ne olacağını kestirmenin güç olduğunu aktaran Civelek günü kurtarma politikalarının ülkeyi çöküşe sürüklediğine belirtti. İktidarın dünyayı okuyamadığını aktaran Civelek “Yanlışı gören bir siyasi irade yok, kafasının dikine gidiyor. Hamasetle, çözümden uzak, tedbir almadan masa başına oturarak sorunlar çözülemez” dedi.
Türkiye’deki kırılganlığın ve riskin daha da yükseleceğini belirten Civelek “Cumhuriyet tarihinin en ağır krizi yaşanıyor. Krizi derinleştirmek için uğraşıyorlar sanki” yorumunda bulundu. Civelek şunları söyledi: “Kurun yükselişi, faiz yükseltmemekte direnmek, CDS’deki yükseliş bir şey anlatıyor. Türkiye’de enflasyon da işsizlik de yükselecek. CDS, risk ölçer. Bu iflas riskidir yani batma riskiniz artıyor demektir. Bunu gören arkasına bakmadan kaçar, paranızın değeri de çöker, enflasyon da kudurur.”
Geçtiğimiz yıllarda yaşanan konkordato ve iflas sürecini hatırlatan Civelek sözlerini şöyle noktaladı: “Günü kurtarmak pahasına sorunları ağırlaştırdık. Yeni bir iflas süreci kapıda. Ortalığa para saçarak, konkordato süreçleriyle bu engellenemez. Enflasyon, işsizlik kaçınılmaz. Türkiye’de siyaset artık çözüm merci değil. Mevcut ekonomik sistem içerisinde bilinen yöntemlerle hiçbir çözüm yok. Tüm ekonomik sistemin çöktüğü bir sürece giriyoruz. Toplumsal hareketler kaçınılmaz. Yeni bir dönem başlayacak.”
Ekonomideki Çöküşün Resmi
Cari Açık
Merkez Bankası (TCMB) Mart ayına ilişkin ödemeler dengesi istatistiklerine göre Mart’ta cari açığın 5,55 milyar dolar oldu. 12 aylık cari açık ise 24,2 milyar dolar.
Döviz Kuru
Amerikan Merkez Bankası’nın faiz artırımı ve cari açığın açıklanması gibi etkenlerle döviz kuru yukarı doğru hız kazandı. Dolar 16 liranın üzerine çıktı Euro 17’ye dayandı.
Enflasyon
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre tüketici enflasyonu nisanda yıllık yüzde 70 oldu. Üretici enflasyonu çok daha vahim bir hal alarak yüzde 122 gerçekleşti. Aradaki fark tehlikeyi gösteriyor.
CDS verileri
Kredi risk primi (CDS) faiz indiriminin başladığı geçen eylül ayından bu yana 2 katına çıktı. CDS eylül ayında 357, nisan ayında ise 580 puandı. Son olarak 12 Mayıs’ta 709 puana fırladı.
Fiyatlar Eridi
‘Faiz sebep enflasyon netice’ ısrarı ekonomide fiyasko yarattı. Alım gücü su gibi eridi, erimeye devam ediyor.”
Birbiri içerisinde devinimi devam eden, yapılan hamlelerle günbegün daha ağır krizlerin, eksiltmelerin yolunda yürünen ülke gerçek kılınır. Ekonomik verilerin, yapılan müdahale görünümlü tahayyüllerin yeni bir üst sınıf var edip, kalan herkesi asgari bir hayattan dahi men ettiği yerin meselesi karşımıza çıkartılır. Verileri okumaya tek tek gerek de yoktur iş bu raddede. Sokaktaki insanların yüzde sekseninin sessizliğinde, durağanlığında, az ya da çok eksik kılınmalarının yansımalarında belirgin bir yıkım herkes için katastrof ayan beyan kılınır. Ekonomik şahlanış, coşa duran ülke, dolara ayrı beriki para birimlerine ayrı diz çökmeyen ülke, halkını enflasyona ezdirmeyen ülke, şöyle kıskanılan böyle hala ne hikmetse kuyusu kazılıyor diye bildirilen bir ülke fasılları aksettirilirken olmakta olanın her ne olduğu koca bir haber metninde kredi risk puanındaki halimizden afakidir. Sonsuz bir tirada mahkum edilip, boşa doluya sabah akşam vaatler sıralanırken, ne yol / ne yordam, ne yaraya merhem olacak hamleler vardır. Dip yoktur ki sonu görülebilsin misal? Bu hallerin toplamında bir yaşam pratiğinin sıradan insanlara nasıl bir sınava dönüştürüldüğü artık sır değildir. Herkes konuşur, akp yapar bir kere daha kanıtlanmıştır. Ol yıkım halinin meselesi de diğer pek çok etmendeki gibi çürümenin kanıksatılması evresine geçiş tamamlanmıştır artık. İyi de bu kırılmalarla, bunca yoksunlukla, böylesine bir tahakküm halinin ortasında hayat ne hale dönüştü, dönüşüyor? Nasıl insan içinden çıkar bu karanlığın sorguluyor muyuz.
Meram kendi yazgısından yola çıkarak bir hali, ortada var edilen bütün bu ötekileştirme, yoksunlaştırma, ayrıştırma hallerine bir itiraz hattının var edilmesidir. Yaşam hakkımızı delik deşik etme konusunda muktedirin vardığı eşikler artık bir sınırsızlığı imlerken tüm o katran karasının ortasında hayat ne olacaktır, bunun derdine düşebilmektir. Genel geçerin değil doğrudan yaşamın ortasına çöreklenmiş olan yoksunluğun, hayattan asgari kılınmış tüm edimlerden el etek çektirilmesinin karşısında birlikte / beraberce doğrudan bir itirazın ne kadar gerekli olduğu artık afaki değil midir? Yaşam sürgit bir heyula içerisinde bir o yana bir bu yana çekiştirilip dururken, dokuz altı mesailerinde işte ayrı, geri kalan zaman dilimlerinde sokakta ve evde mütemadiyen bir denetim, gözetim ve tahakküm üçlüsünün o insafına terk edilirken hayat edimi / kapsamı her ne hallere dönüştürüldü biliyor muyuz! Gelip geçici bir mesele olarak ne olacak bu ülkenin hali değil, kalıcı bir biçimde dilinden, emeğine, sesinden toplumsal dinamiklerine sürekli bir deneye dahil edilen, kuralların da kaidelerin de alt üst edildiği zeminde hayat ne yana düşecektir, meram bunadır. Muktedir ve tüm imtiyazlı titrlerin ardına saklanmış zümrelerin ötesinde kalakalmış sıradan olan insanların hayatı ne zaman mesel edilecektir, meram bunadır. Bütünüyle, doğrudan....
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Emrah GÜREL – AP Photo
#meram#arzihal#başka türkiye var#söz hakkı#ekonomik çöküş#cürüm#cerahat güncesi#yıldırı#fecaat#hayat akarken#devlet101#politik şiddet#düzen#heyula#2023#kök karanlık#akparti#baş amir#yasaklar#kürd#sözcükler#konser#metin & kemal kahraman#cürüm hemhal#yasaklamalar#insan hakları#kürd özgürlük hareketi#alevi#deneysel#türkiye gerçekliği
0 notes
Text
Bu Kötülük İkliminde Hayat Nasıl Olur
Kötülük cismi kılınabilir mi? Bir tahayyül perspektifi olarak temellendirilen gel gelelim bu yer, şu yurt olarak savlanan menzilde başat bir faktör, bir çok eylem ve hamlenin de en başat temeli kılınan kötülük eliyle bir yerde yaşam muhafaza olunabilir mi? Tümüyle hep, her dem yeniden kullanışlı addedilerek bir dolu motifle zenginleştirilip, üstü kapatılarak o karanlık temsilin başat oyun kurucusu kılınarak kötülükten bir yola, düzlüğe çıkılabilir mi sahiden? Nedensiz değil, bu ülkenin başına her ne getirildiyse o katran karanlığının aleni bir biçimde savunulması gailesiyle çıka geldiği bunca ortadayken nedir ki yani, her neyin nesidir kötülükten medet ummak. Doğrudan ve hiç eksiksiz bir biçimde sunulan, yapılan, var edilen eylemsellik biteviye bir demokrasi, eşitlik, hürriyet naraları sıkıştırılıp aralarda yeniden bildiğini okurken muktedir her neye çıkacaktır bu karanlık mefhumu tüm o habis kötülük. Biliyor muyuz, soruyor muyuz?
Bir hengamedir gidiyor, orasını böyle düzelttik, burasını şöyle onardık, berikinin eksiğini de gediğini de tamamladık. Bütün dünya özellikle Almanya bizi kıskanıyor ve lakin afaki bir biçimde şahlanış sürerken, üç kuruşa tamah ettirmek gerçekten gerçek kılınıyor. Ekran yüzü kimi tiplemelerin vallahi de billahi de baş amir, bu ülkenin hayrına baş koydu. Daim iyiliğini istiyor, bu sıkıntılı günler şöyle kuru ekmek, böyle bulunursa kuru soğanla geçer, geçirilir de o vatan, şu bayrak, bu ezan tekerlemesinin gölgesinde hikayeler aksettirilirken olmakta olanın cerahat dolu suretidir kötülük. Bitmek nedir bilmeyen bir inatla kullanışlı addedilen klişelerin dolaylarında muktedir kendi hikayesini yaza dururken, olmakta olan hep eksik kılınmış bir halk gerçekliğidir. Şu bayram seyran günlerinde yoksunlaştırmayı afaki bir politika, hiza bildirici kılan zevatın, sunduğu, var ettiği ve önünü açtığı nefretle, kindarlıkla, öteki düşmanlığına bu defa mülteci veya bu topraklarda yaşama mecburiyeti içerisinde olan kafa kağıtsızlara yönlendirerek sunulan linçlerle o kötülük bir kere daha odak şaşırtılıp var edilir. Böyle bir toplamda, ekonomik çöküşün, pandemi sürecinin en gizli / saklı yıkımının kıyısında, hali topal, geleceği kapkaranlık kılınmış bir menzildeki o kötülük bahsi cismi kılınmıştır. Artık atılan her adımda, varılan her eşikte biraz daha zoru, zorbalığı ele alan bir vatan imgesi biçimlendirilir. İyi de nereye kadar, iyi de daha ne kadar!
Mezopotamya Ajansından aktaralım: “Urfa Baro Başkanlığı, Erzurum'un Karayazı ilçe girişinde Kürtçe ve Türkçe yazılı “Hûn bî xer hatin- Hoş geldiniz” tabelası önünde çektikleri fotoğrafla ırkçı paylaşım yapan öğretmenler hakkında Karayazı Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulundu. Karşıyaka İlkokulu’nda görevli oldukları belirtilen N.U., B.K. ve B.G. hakkında “halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu ve tespit edilecek diğer suçlar” ile ilgili suç duyurusunda bulunan Urfa Barosu vekili Gökhan Dayık, şüphelilerin tespit edilerek cezalandırılmasını talep etti.
Suç duyurusu dilekçesinde Karayazı’nın Kürt kenti olduğuna dikkati çeken Dayık, “Şüphelilerin Kürt olan öğrencilerine yaklaşımlarının nasıl olacağına ve bu yaklaşımlarının çocuklar üzerinde nasıl bir yıkım ve travma yaratacağını bilmek zor olmasa gerek. Şüphesiz bu cesaretin ve pervasızlığın sebebi, ayrımcı ve ırkçı saldırılara yönelik yaygın cezasızlık politikasıdır” diye belirti.
Söz konusu paylaşımın “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçu, 5237 sayılı TCK’nın 216. maddesinde ‘Kamu barışına karşı suçlar" bölümünde yer aldığını belirten Dayık, dilekçenin devamında şunlara yer verdi: “Söz konusu insanlığa karşı suç iddiasının araştırılmasını ve faillerinin tespitini ve cezalandırılmasını talep etmek Avukatlık Kanunun barolara yüklediği sorumluluk ve görevin gereğidir. Yukarıda açıklanan ve resen dikkate alınacak nedenlerle soruşturma işlemleri sonunda ırkçı, ayrımcı ve nefret söylemleri içeren paylaşımda bulunarak halkı kin ve düşmanlığa tahrik eden kamu görevlileri hakkında gerekli soruşturma işlemlerinin yapılarak kamu davası açılmasına karar verilmesini Şanlıurfa Barosu adına talep ederim.”
Kötülüğün cismi kılınmasının yolları geliştiriliyor vesselam. Olabildiğince yalın bir kin, bir nefret, bir tepkime diye normalleştirilmeye çalışılan ayrımcılık bir kere daha Kürd’e denk getiriliyor. Kötülüğün sabık bir tutkuyla savunulmasının yolunun var edilmesi iş bu sınırlarda güncelliğinin meseli daha en başından o sosyal medyadan yansıyan nefret dili, şiddeti çağıran, önemsiz bir şeymiş gibi hareket çekmeyi normalleştiren tiplemeler eliyle bir dil, bir kültür, bir yaşam biçimi bir kere daha hedef kılınır. Böyle afaki, bu kadar açık ve süreğen bir tahakküm pratiğinin, bildiğiniz tüm anlamlarıyla ayrımcılığın var edildiği bir zeminde güncellik yıkımın kılınır. Hesap vermezlik bir yanda dururken, olmasına hala devam olunan saldırganlık, dile, akla seza tehditler, Kürd eşittir gerilla eşittir Pkk açılımı, denklemi, kabızlığının ve kötürüm halinin meselesi ne yana düşer. Tepkiler sonrasında şu açıklama var edilir; “Erzurum'un Karayazı İlçe Milli Eğitim Müdürü Muhlis Çiçek, Kürtçeye yönelik ırkçı söylemlerde bulunan ve el hareketi yapan dört öğretmenin açılan soruşturma kapsamında açığa alındığını duyurdu. Çiçek, sosyal medya hesabından “Kişisel sosyal medya hesaplarında ilçe giriş tabelası önünde yayınlamış oldukları görselde dolayı öğretmenler hakkında adli ve idari işlem başlatılmış olup tahkikat sonuçlanana kadar kendileri açığa alınmışlardır. Kamuoyuna saygı ile duyurulur” dedi.” Bitti mi, var edilen sabit kılınmış kötülüğün hesabı üç beş günlük gaz alma, görevden el etek çektirildi, soruşturma açıldı bahisleri unutulana kadar mıdır? Bu ülkede hak, hukuk ve adalet kavramlarının akıbeti nice olacaktır?
Gazete Duvar’dan iliştirelim: “Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, parti Genel Merkezi’nde basın toplantısı düzenledi.
Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ı anarak, sözlerine başlayan Başaran, “Üzerinden 50 yıl geçti ama maalesef Türkiye’deki siyaset yürütme biçimi, muhaliflere ve devrimcilere yaklaşım değişmedi. Biz 3 fidan şahsında yaşamını devrim ve demokrasi mücadelesinde yitiren bütün yoldaşlarımızı saygı ve minnetle anıyoruz” dedi.
Mezopotamya Ajansı'nın haberine göre dünyada ve Türkiye’de ekonomik krizin her geçen gün derinleştiğine dikkat çeken Başaran, şunları söyledi:
“Bu ekonomik krizin en büyük yansımasını da biz kadınlar yaşıyoruz. Yoksulluğun adı artık kadınlaşmış durumda. Yoksulluk kadınlaşmış durumda. Türkiye'de kadınlar en fazla işsizliğin olduğu kategori içinde. Dünyada da Türkiye kadın işsizliğinin en yoğun olduğu yer. Genç kadın işsizliği, genel işsizlik içinde 2 katına çıkıyor. 1,3 milyon kadın ücretsiz bakım emeği adı verilen gelirle çalışma hayatının dışında tutuluyor. Çalışan her 10 kadından 3’ü kayıt dışı çalışıyor. Kadınlar açlık ve yoksulluk ile mücadele ederken iktidarların yürüttüğü savaş siyaseti sonucunda ırkçı cinsiyetçi saldırılarla yüz yüze kalmaya devam ediyorlar.
Bu ülkede geleceğini göremeyen gençler ülkeyi terk etmek zorunda kaldı, yurt dışında planlar yapmak zorunda kalıyorlar, bütün bayram ve Ramazan boyunca. İktidarın ekonomi politikası tam da bu! İnsanları açlığa ve sefalete mahkum etmek, yardımlarla kendine biat ettirmek. Halkın esnafın bu yalanları bu karnı tok. Artık bu siyasetin tükendiğinin farkındayız. Hiçbir milliyetçi söylem, hiçbir savaş siyaseti iktidarın yürütmüş olduğu bu krizi, siyaseti aşmasını sağlamayacak. Hiçbir sınır ötesi operasyon, hiçbir savaş çığırtkanlığı iktidarın geleceğini varlığı kurumsallaştıramayacaktır. Buradan bir kez daha bunu ifade etmiş olalım.
Dün burada aile adı altına 3 kişiyi partimizin önüne getirerek bir provokasyon çıkarmaya çalıştılar. Ancak bir algıyı düzeltmekte fayda var. Dünden beri yandaş basın, farklı biçimde bütün gerçekliği ters yüz ederek yayın yaptı. Bir şeyi düzeltmekte fayda var. Dün partimizin önünde aileler yoktu, Ankara Emniyeti vardı, İçişleri Bakanı vardı, AKP-MHP ittifakı vardı, eylemci onlardı. Partimizin önünde eylem yapan, siyah çelenk bırakan polislerdi. Siyah çelengi aileler bırakmadı polisler bıraktı. Dün gerçekleştirilen provokasyon İçişleri Bakanlığı tarafından planlandı. İçişleri Bakanlığı değil, suç işleri, propaganda bakanı! Orada bu organizasyonun onların yaptığını biliyoruz, ortaya çıkan tablo bunun en net göstergesiydi.
Gelenler de polis değil, güvenlik gücü değildi, güvenlikten sorumlu kişiler bir milletvekilini bu kadar pervasızca, bu kadar pespaye bir şekilde tehdit etme cüretini gösteremezler. Bu kişilere polis denmez, denemez, güvenlik gücü denemez! HDP Genel Merkezinde benim şahsımda bütün Kürtlere, bütün kadınlar, bütün HDP’liler tehdit edildi. ‘Seni çivilerim’ söylemi Türkiye'nin demokrasisine söylenmiş bir söylemdir. Hiç eğip bükmeye gerek yok. Bu söylem ve tehditlerle HDP’ye geri adım attıracaklarını zannedecek kadar akılsız bir iktidarla karşı karşıyayız. Bu saldırılarla başarılı olacağını düşünen trajik durumda bir iktidar var. 7 yıldır yapmadığınız kalmadı. Buradan tekrar söyleyelim, 7 yıldır parti binamıza konulan bombalardan, mitinglerimizin bombalanmasına kadar eğitip, donatıp planını eline verdiği katili İzmir İl binamıza gönderip, genç bir arkadaşımızı katledip, tüm yöntemleri denediniz. Başarılı olmadınız. Dokunulmazlıkları kaldırdınız, belediyelerimize kayyım atadınız diz çöken geri adım atan bir HDP gördünüz mü?
Bize kim olduğumuzu soruyor polis, biz Kürdüz. On yıllardır kimliğini yok saydığınız, dilini yasakladığınız, hala sömürge olarak yaklaştığınız Kürtleriz, kadınız biz. Sadece kendi sınırlarınız içinde yaşam hakkı tanıdığınız, evde erkeğe,dışarıda devlete köle olarak gördüğünüz kadınlarız, kapılarına çarpı koyduğunuz Alevileriz, sokak ortasında katlettiğiniz Ermenileriz, Lazlarız, yani Türkiye halklarının tümüyüz. Seçilmişler, işçiler, emekçileriz, biz HDP’yiz. Hiçbir saldırınız HDP’ye geri adım attıramayacak. Kürtlere, kadınlara, işçilere, ezilmişlere geri adım attıramayacak. Suç İşleri Bakanı’na, propaganda bakanın bir kez daha hatırlatalım; benzerleriniz tarihin çöp sepetinde siz de kendinizi orada bulmaktan kurtaramayacaksınız.”
Kötülüğün her nasıl cismi kılındığının nişanesi olarak, işleri iyice foka saran muktedirin tüm o tetikçilerinden ibaret kolluğu “aile” diye yutturmaya çalıştığı, suç işleri bakanının ta kendisinin talimatları doğrultusunda Halkların Demokratik Partisine karşı bir saldırı, bariz bir provokasyon gerçekleştirilir. Her şey kendiliğinden ama en çok da sivil giyimli o kolluğun bu sahnede altı milyondan çok oy almış bir partinin, temsiline karşı seni çivilerim tehdidinin kıyısından görünür kılınır. Her şeyiyle, hemen her şekilde, her yerde ve her biçimde Kürd ve Alevi nefreti, bunların toparlayıcısı / tamamlayıcısı Ermeni, Rum, Süryani, Yahudi, Ezidi ve tüm diğer inanç / kimliklere dair ön yargıları kullana gelen bir zihniyetin sunduğu yegane şey çok daha kalıcı bir kırılmadır. Bunun daha öncesinde İzmir’de Deniz Poyraz’ın katledilmesinde, bunu daha önce sokak ortasında katledilmiş ol Uğur Kaymaz’da, Cemile Çağırga’da, Hacı Lokman Birlik’te, Taybet İnan’da, çok sınırlı sayıda insanın malumatının bulunduğu üç bodrum katında katledilmiş yüzlerce insanın ta kendisinde görmek mümkündür. Bu hali, tutsak kılınmış Demirtaş, Yüksekdağ, Tuncel, Kışanak, Mızraklı ve nice siyasetçinin hayatlarına düşülmüş gölgelerden görebilmek de mümkündür. Bir siyasi iradeyi, devri sabık iktidar pratiğinin sunduğu “ithamlarla” terörize ederek, süre gelen saldırılara yem kılarak bir dönüşüm var edilmek istenir. Ol altı milyonun iradesi hiç edilmek istenir, az ya da çok! Durum hep karanlığın lehine çevrilmek istenir.
Kötülük artık cismanidir. Nesnel kılınıp eşikler aşıldıkça ortaya çıkan katran, dibi bucağı hiç kalmamış olagelen cürüm sarmalı ve bitimsiz bir fasit döngünün sunduğu yegane şey demokrasi mefhumunda olduğu gibi hayatiyetin de ayaklar altına alınmasıdır. Bugün iş bu sahnede Halkları Demokratik Partisi önünde vuku bulan provokasyon ya da bir kent girişine yazılmış Kürtçe hoş geldiniz mefhumu halen dert kılınıp, ayyuka çıkmış ırkçılık “normalleştirilmeye” devam olunuyorsa zaten kötü ve kötülük çoktan aramızda dolaşan bir mesele evrilmiştir. Toplumsal dinamiklerini bir asırdır biz ve onlar, biz ve mihraklar, biz ve düşmanlar, biz ve sonu gelmeyen yaftalar, hedef almalar, linçler ile kura gelmiş bir demokrasi geleneğinin dahi var edilemediği, ak denilenin kara, kara diye bilinen pek çok şeyin beyaz, hakkaniyet kavramının ters yüz olunduğu bir zeminde durum sanılandan çok daha vahimdir. Gelenekselleştirilmiş olagelen her tavır, her saldırı, her nefret payandalığı, hemen her durumda çıkagelen ötekileştirme o kötülük mefhumunu da güncellemektedir. Geldiğimiz odak, varılan merhale, ulaşılan sonuç her durumda bu ayan beyan yıkımın ta kendisinindir. Cürümler normalleştirilirken, suç detay kılınırken, her yara örtbas olunurken, söz ezilmeye, ses anlaşılmaz addedilmeye devam edilirken o karanlık göndere sabit olunur. Böyle bir ülkenin sıradan insanlarının haklarını yeren, gasp eden, yıkan ve yutan bir yerin her yanı yeni, her günü açılım, her dönemeci muasır medeniyetler seviyesi olsa ne olur olmasa nedir? Daha gözünün önünde cereyan eden tüm bu katran karanlığı eliyle var edilmiş kötülüğe sesini yükseltmezken, restorasyon diye çıkılan güzergahta bir yıkım yükseltilmeye devam edilirken, kötülük sabitlenirken bir hayat geriye kalır mı? Bu hallerin, böyle kötülüğün norm kılındığı bir yerin derdi hiç tükenir mi, biter mi? Sorular, sorular, sorular ve derin bir sessizlik. Nereye kadar...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: HDP: Bu Saldırının Mimarı Cumhur İttifakı’dır – Dha – Deutsche Welle Türkçe
#kötülük sarmalı#arzihal#söz hakkı#cerahat güncesi#yıkım#hdp#kürd siyaseti#mücadele#barışa ne oldu#hayat hakkı#yorum#anlam#biyopolitika#ankara#kolluk saldırısı#devlet şiddeti#devlet102#kürd#ötekileştirme#normalleşme#cüruf#ırkçılık#başka türkiye vardır#ırkçı saldırılar#demokrasiye ne oldu?#meram#görünen köy#demokratikleşme#yıldırı
0 notes
Text
Sesli Meram #227 - Karşı Radyo (19.04.2022)
"Bir fragman değil, anlatılan ve bahsi edilenler birer mübalağa değil, bu ülkenin / bu ülke eliyle kotarılan şiddet / ötekileştirme pratiklerinin vardığı boyutu bildirendir. Apaçık bir halde ayrımcılığın, bu toprağın kökünden de olunsa ona karşı var edilmiş nefret etmeler, dayatma ve baskı unsurlarının yamacında hayat elden avuçtan çalınmak istenir. Biteviye sözü naçar kılacak bir cerahat güncellenir dört bir yanda hemen her anlamda. Bu kadar açık böyle afaki bir cürüm sarmalında Kürd sorununun, tıpkı memleketin sabit kıldığı her bir öteki addettiği için var ettiği sorunlar gibi güncellene geldiği yerde huzur, güven ve müşterek bir yaşam için hakların tanzimi ne zaman söz konusu edilecektir, herhangi zaman? Anlatmaya, aksettirmeye çalıştığımız şey, güncellik içinde giderek daha da fazla yer bulan ve büyük bir kakofoni ile örtbas edilmeye çalışan, yoktur, yapılmamıştır hiç ama hiçbir biçimde ön görülmemiştir denilen suçun yinelenen halleridir. İnkarın yolları döşenirken, sebat edilmiş nefret, kin, yıkıma yol verirken bir kere daha insanın insana ettiği zulüm ile memleket yenileniyor. Yenilendiği söylenen şey ile bütünüyle birlikte bir yaşam iradesinin de kökü kazılmaya devam olunuyor. Bir asrın üstündeki bir zaman dilimi dahilinde o kimliksizleştirme, şu tahakküme rehin etme, beriki insansızlaştırma ve kırımdan işkencelere uzanan bir şecere karşımıza çıkartılırken, çözümsüzlük yeniden hal yola koyuluyor. Bu kadar ağır badirelerin ortasında sanki her şey normalmiş gibi yapılıyor. Hala inanabiliyor musunuz, hala güvenebiliyor musunuz, hala insanlığı bunca afaki yaralayan / eksilten / çürüten bir mekanizmanın bir yeni ülkeyi var edebileceğine dair umut taşıyor musunuz? Düşünür müydünüz, sahiden de bu karanlık girdaplar hiçbir yere çıkmayacak acıdan, elemden gayri şimdi anlıyor musunuz?"
podcast image credit: this far:::drew beamer:::unsplash
#seslimeram#karşı radyo#dünya#hayat hakkı#mesel#söz#bakur kürdistan#ferhan yılmaz#katliam#cerahat güncesi#felaket#kötülük sarmalı#kök karanlık#hakikat nedir#yaşama istemi#güncel#ukrayna#savaş#slava ukraini#demokrasi#ide#akıl#akım#yön#yol#ses#podcast#drum and bass#archive.org
0 notes
Text
Güllük Gülistanlık
Duraksamaksızın bir yıkımın ortasına terk ediliyor memleket. Ezber edilmiş olanların her gün yeniden biçimlendirildiği bir sahnede, cürüm durmuyor, eza durmuyor, sınamalar hiç durmuyor. Söz kesiliyor, yara kanatılıyor, gün çalınıyor, gelecek dur duraksız geçmişin ta kendisine rehin ediliyor. Nefes alma hakkından, söz söyleme hürriyetine her şeyin altı bir biçimde muktedir ve onun olur verdiklerinin inisiyatifleri doğrultusunda yıkıma bariz bir halde mahkum kılınıyor. Günce tahakküm pratiklerine rehin ediliyor. Her şey saçmalığın dik alası, her gün biraz daha dibine kadar bataklığa çıkıyor. Sözün kerameti artık eksilere indirilmişken, var edilen cerahatle kendilerine beka sağlayanlar el üstünde tutuluyor.
Kesmiyor, bir türlü nefsi körelmiyor düzenin fecaat hallerinin. Bir yıkım başlangıcı var, bir bitiş noktası bir türlü var edilemiyor. Değme faşizan diskurların peyderpey yinelenip durulduğu, akla seza olanın normatif kılındığı bir cerahat mesel olunmuyor. Hakkaniyet sizlere ömür kılınırken, demokrasi lafta her durumda muktedirin ağzında sakız kılınırken gerçek hiç edilmiş olanı bildiriyor. İşaret edilmiş olan tahakküm pratiklerinin hak, hukuk ve adalet kavramlarını delik deşik ettiği yerde baş amirin güncelliği, ortaya sunduğu tekil sonuç o yıkım hallerini göstere geliyor. Ara ve fasılasız biçimlendirme kötülüğün bizatihi kendisini özne kılarak var edilir. Yeni diye anılagelen ülkenin doğrudan geçmişin tümden karanlığından el bulup, yıkımı ana rotası kılarak güncellenmesi halidir mesele. Yirmi yılı aşkındır süre giden iktidar pratiği artık gizli ajandalara bel bağlamaksızın olduğu gibi tüm o yıkım haline içkindir.
Artı Gerçek’ten aktaralım: “Akdeniz Üniversitesi Kampüsü içerisinde 30 kişilik ırkçı bir grup, kampüs içerisindeki bir mekânda oturan 3 Kürt öğrenciye saldırdı. Saldırıya uğrayan öğrencilerden Botan Artuç ile Feyzi Akan Akdeniz Tıp Fakültesi Hastanesi’nde tedavi altına alınırken, saldırıya uğrayan Hatice Tonğ ise, Atatürk Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı.
Saldırıya uğrayan öğrencilerin tedavileri sürerken, edinilen bilgilere göre ırkçı grubun sabah saatlerinden bu yana kampüs içerisinde Kürt öğrencilere sataşmaya çalıştıkları belirtildi.
Akdeniz Üniversitesi’nde Kürt öğrencilere dönük ırkçı saldırıyı protesto eden çok sayıda öğrenci, her türlü saldırıya direneceklerini vurguladı.
Akdeniz Üniversitesi Kampüsü içerisinde 30 kişilik ırkçı bir grubun saldırdığı Kürt öğrenciler için bir araya gelen Akdeniz Üniversitesi öğrencileri, saldırıyı protesto etti. Akdeniz Üniversitesi içinde bulunan Olbia Çarşı içinde açıklama yapan öğrenciler, ırkçı grupların ellerini kollarını sallayarak kampüs içerisine girdiklerini belirtti.
Öğrenciler polisin olanlara sessiz kaldığını ifade ederek, her türlü ırkçı saldırıya karşı direneceklerini vurguladı. Açıklama yapan öğrenciler daha sonra kampüste yürüyüş gerçekleştirerek, “Akdeniz faşizme mezar olacak”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Akdeniz goristan ji bo faşistan” şeklinde slogan attı.”
Mezopotamya Ajansı haberinden iliştirelim: “Akdeniz Üniversitesi'nde Kürt öğrencilere dönük ırkçı saldırıyı protesto eden öğrenciler, ırkçı saldırılara karşı her alanda mücadele edeceklerini belirtti.
Ankara Gençlik Örgütleri, Akdeniz Üniversitesi'nde Kürt öğrencilere dönük ırkçı saldırıyı protesto etmek amacıyla Adakale Sokak’ta bir araya geldi. Kürtçe ve Türkçe sloganlar atan öğrenciler, “Faşizme karşı yaşasın devrimci mücadele” pankartı açarken “Eme teqez hesabe ve erişe bipirsin” ve “Boyun eğmeyeceğiz, diz çökmeyeceğiz” dövizleri taşıdı.
Öğrenciler adına açıklama yapan Berivan Kaylu, saldırılara karşı üniversitelerde, sokaklarda direnişi büyütme ve ırkçı saldırılara karşı mücadele çağrısı yaptı.
Dün Antalya’da arkadaşlarının ırkçı saldırıya uğradığını belirten Kaylu, öncesinde, İstanbul Beyazıt Kampüsü’nde, Ankara Cebeci Kampüsü’nde, Dil-tarihte öğrencilerin ırkçı saldırıya uğradığını hatırlattı. AKP-MHP ittifakının Kürtler ve devrimci-sol kesimler üzerinde kurduğu politikaların kampüslerden sokaklara her alana yansıdığına dikkat çeken Kaylu, “Varlıklarını yokluğumuz üzerine inşa eden AKP-MHP faşizmine ve devamcısı oldukları 100 yıllık Kürt soykırım politikalarına karşı kendimizi koruduk, korkmadık ve direndik. Bundan sonra da 50 yıllık direniş mirasımıza bağlı kalarak devrimci dayanışmanın gücüyle karşınızda duracağız. Gerektiğinde kalemimizle, gerektiğinde yumruğumuzla tam da karşınızdayız” şeklinde konuştu.
Gençliğe yöneltilmiş her saldırının topluma yönetildiğine vurgu işaret eden Kaylu, “Gençlik şahsında düşürmek istedikleri, halkların kardeşlik temelindeki özgür iradeleridir. Bunların farkındayız. Kürt gençliği ayaktadır. Devrimci gençlik ayakta ve isyanı kuşanmakta. Üniversiteler bizimdir. Faşist iktidarın diliyle, ÖGB ve sivil polislerin birebir içinde bulunup organize etmesiyle gerçekleşen bu alçakça saldırılarla; açıkça ‘Kürtlere, yurtsever Kürt gençlerine ve Devrimci-sosyalist arkadaşlara kampüslerde yer yok’ deniliyor” dedi.
Kaylu devamında şöyle konuştu: “Yine söylüyoruz. Biz burdayız. Karşınızdayız ve bundan sonra da olacağız. Büyüyerek, güçlenerek ve örgütlenerek geliyoruz. Yenilgi psikolojinizin dışavurumu her geçen dakika kendini daha da açığa çıkarıyor. Bunların sizin son çırpınışlarınız olduğunu da iyi biliyoruz. Bizler de üniversitelerde, fabrikalarda, sokaklarda, kampüslerde ve her yerde olmaya, direnişi büyütmeye ve faşist-ırkçı saldırılarınıza karşı bulunduğumuz her alanı özgür yaşam alanlarına dönüştürmek için mücadele edeceğimizin sözünü yineliyoruz.”
Açıklamanın ardından öğrenciler sık sık, “Zaningeh goristan ji bo faşistan”, “Biji berxwedana xwendekaran” sloganları attı.”
Bir yıkım sahnesi tasavvur olunandan öte hakikatin ta kendisi kılınıyor. Salt öteki kılınan ya da bilinene hayatı zehir etmek bir kere daha saldırıyla çıka geliyor. Düzen bir asırdır o öteki addettiği kimliklere karşı çıka geldiği, var ettiği her ötekileştirme bir biçimde diyet, başka bir biçimde sınava dönüştürüldü. Gayrimüslimlerin bu topraklardan silinmesi hali, çabasının paralelinde devamlılığı sağlama alınmış Kürd ve Alevi ayrımcılığının da artık gizli / saklı olmadan bir soykırım tezahürünün sınırına varması güncellenendir. Akdeniz Üniversitesi kampüsünde cereyan eden saldırı, tehdit dilinin, ayrımcılık hallerinin ve hiç bitimsiz nefreti var ettiği bir cürümdür. Daha yakın zamanlarda Bakur Kürdistan’ında var edilen ablukada, daha yeni Rojava topraklarında var edilen yarı işgal çabasında, topyekun sunulan / savunulan argümanlar bir şiddet merhalesini de aralıksız günceller. Böyle bir yer bu kadar afaki bir biçimlendirme hali içinde hayat ne hallere bırakılır. Düşündünüz mü hiçbir zaman?
Bianet’ten aktaralım: “‘Geçim şartlarını’ ortaya koymak için her ay düzenli olarak ‘Açlık ve Yoksulluk Araştırması' yapan Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş), Şubat’ın verilerini yayınladı.
Araştırmaya göre, geçtiğimiz ay asgari ücretle eşitlenen açlık sınırı bu ay asgari ücretin 300 TL üzerine çıktı. Yoksulluk sınırı da asgari ücretin 4 katına yaklaştı:
Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 4 bin 552 TL’ye,
Gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı (yoksulluk sınırı) 15 bin 139 TL’ye,
Bekar bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ ise aylık 5 bin 969 TL’ye yükseldi.
Ocak’ta açlık sınırı 4 bin 249 TL, yoksulluk sınırı 13 bin 843 TL, bekar bir çalışanın 'yaşama maliyeti' de 5 bin 587 TL'ydi.
Dört kişilik bir ailenin “gıda için” yapması gereken asgari harcama da (mutfak enflasyonu) bir önceki aya göre yüzde 7,12 oranında arttı. Asgari harcama tutarındaki artış son on iki ayda yüzde 66,38’i buldu.
"Bekar bir çalışan 1716 TL daha bulmalı"
“Asgari ücretle çalışan bekar, yaşama maliyetini karşılamak için 1716 TL daha bulmalı” Türk-İş araştırmasında şu yorumu yaptı:
“Gıda ürünlerinde KDV’nin yüzde 1’e düşürülmesi 14 Şubat’ta etiketlere yansıdı. Ancak öncesinde yükselmiş olan başta yumurta ve un gibi temel gıda ürünleri ile yükselişi durdurulamayan meyve sebze fiyatları yüzünden vatandaşın reel geliri bu ayda da geriledi.
“Özellikle taze sebze-meyve, üretim ve tedarik maliyetlerinin yanında ürün azlığından dolayı cep yakmaya devam etti. Resmi verilere göre gübre ve toprak geliştiricilerin fiyatlarındaki yükseliş yüzde 150’yi aştı. Markette ve pazarda sepet tutarı arttıkça zorlanan tüketici, almaktan vazgeçip ürünlerin bazılarını bırakmaya başladı.
“Akaryakıt, doğalgaz, elektrik gibi enerji giderleri de hane halkı üzerinde büyük bir yük oluşturmaya devam etti.”
Duraksamak nedir bilmeden bir yıkım sofrasına terk ediliyor memleket. Doğru düzgün ve salt asgari bir yaşam hakkının tanzimini bile çok görenlerin elinde memleket bir sınavlar sahnesi kılınıyor. Her gün soluk almanın mücadele addedildiği bir karanlık dehliz ülkenin ta kendisi kılınıyor. Zamların gırtlağa kadar borca soktuğu yurttaşı, faturalarla baskılayıp, haftanın altı günü en az on bir saat çalışmayı zorunlu / normatif kılanların elinde kalakalan yerin meseli bu yukarıda okuduğunuz haber. Basitçe bir yaşam idesinin köküne kibrit suyu dökülüyor. Her gün bir bahane uydurulup, sıradan insanın köşeye kıstırılmasına devam olunuyor. Cerahatin bütüncül halleri, cebe girmiş olan o elin var ettiği kara delik artık gizlenemiyor. Zam üstüne zam, gün aşırı yeniden değerlendirme ve indirim gelecek / şu sıkıntılar bitecek lafzının kolayca kenardan devre dışı bırakılmasıyla asgari yaşam hakkının parayla olan sınırı ufkun çizgisine demirliyor. Perişanlığın hali ve pür meali yukarıdaki rapordan görünür kılınıyor.
Yeni ülke durmayan, bitmeyen bir iştahla birlikte saldırganlığını sürdürüyor. Hayat denen mefhumu kuşatabilmek için maddiyatla / gündelik rutinlere varan bir çeşitlik içerisinde her an yeni bir yıkım bina ediliyor. Tekraren; günce tahakküm pratiklerine rehin ediliyor. Her şey saçmalığın dik alası, her gün biraz daha dibine kadar bataklığa çıkıyor. Sözün kerameti artık eksilere indirilmişken, var edilen cerahatle kendilerine beka sağlayanlar el üstünde tutuluyor. Bütün çizgiler birbirine karıştırılırken, yaşama tutunma becerisinin izi ola gelen her şey darmaduman ediliyor. Misal müştereklerimiz gasp ediliyor. Asgari ücret hakkının “yüzde elli” gibi bir rakamla düzeltildiğine kani olunur zannediliyor. Emtiaların a’dan z’ye yükseldiği bir zeminde yaşam koşullarının temel dayanakları olagelen her şey, her eylem imkansızın kıyısına taşınıyor.
Duraksamaksızın, her gün yeniden bir tahayyülle kuşatma güncelleniyor. Hayat hiçliğe rehin ediliyor. Ses kesilsin, söz kısılsın, düzen kendi aksamında yoluna baksın isteniyor. Yıkım dört bir yandayken her şeyin güllük gülistanlık olduğu algısı satılmaya çalışılıyor. Halin perişanlığı gündelik yaşama düşmüş gölgelerden barizken her nedir ki güllük gülistanlık. Aylık maaşla, gündelik yaşam pratiği içindeki her eylemden feragat edip, kirayı, ekmeği, ulaşım ücretini, faturaları çıkartınca geriye ne kalır ki güllük gülistanlıktır hayat! Bitimsiz bir fasit döngüde, ikinci dünya savaşı zamanlarının karanlığına benzeş ayrışma / yıkım / savaş güncesinin ortasında bir hayat meseli çürümeye rehin edilirken nasıl, ne şekilde güllük gülistanlıktır hayat! Haberiniz var mı ola?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Özgür ÜNAL – v/Unsplash
#meram#arzihal#başka türkiye vardır#söz hakkı#cerahat güncesi#yıldırı#ötekileştirme#kürd kırımı#ırkçı saldırılar#üniversite#tahakküm#kısır döngü#tehdit#kör karanlık#biyopolitika#anlık#kürd özgürlük hareketi#siyasa#ekonomik#çökertme#elektrik zammı#hayat hakkı#müştereklerimiz#çürüme#hayata dair#yorum#insan nedir?#demokrasi#barışa ne oldu?#günce
0 notes
Text
Sesli Meram #219 - Karşı Radyo (22.02.2022)
"Basit bir biçimde nefretin ambalajı değiştirilip yepyeni yıkımlara temel addediliyor artık. Tümüyle onca karanlık zamandan geçtikten sonra, her tahakkümün bir başka yıkımın ta kendisine evrimi teyit olunmuşken sanki daha ötesi varmış gibi çabalara düşülüyor. Aysel Tuğluk bariz bir örnektir, başına getirilenlerle, hedef kılınmasından tutsaklığına, canından can kopartılmış hallere tanık olduğu mezarlık saldırısından, aklının gölgelenmesinin en sert hali demansı tek başına yaşatılmasına bütün, girift halleriyle yaşamı gölgelenendir. Her şey ortada, her şey göstere göstere var edilendir. Bir fenalıklar hal ve isteminde ucu hep açık kalan bir sınama hep süreğen kılınır. Oysa başlı başına öteki denile gelen de bu toprakların kökündendir. En başta bu ülkenin hamurunda karılmış olandır. Ne yazık ki, bir zamanların meseli, hep geçip gittiği, artık tükendiği zikredilen bir mesele işte o inkar, şu nefret, burada kendine yer edilen ayrımcılık hallerinde o hamur, çamur kılınır! Hiçbir biçimde çözümü var edemeyen bir mekanizmanın oluşturduğu her şey çamurlaşmış olanı göstere gelir. Daha bunun adaleti, daha bunun demokrasisi, daha bunun hürriyeti vardır! Kim neyin hesabını her nasıl verecektir, sorgular mıydınız?"
podcast image credit: threebody:::riku lu:::unsplash
https://archive.org/details/karsi-radyo-sesli-meram-22-subat-2022
#seslimeram#karşı radyo#biyopoltika#arzihal#söz hakkı#cürüm#cerahat#cerahat güncesi#kötülük#dunya anadil günü#yorum#insan hakları#yara#söz#meram#insanlık#demokrasi#aysel tuğluk#hdp#kadın#siyaset#akıl#kürd siyaseti#çürüme#siyasi rehinelik#anlam#müştereklerimiz#yordam#ülke#cehalet
1 note
·
View note
Text
Sorgulanmayan Aidiyet
Ezber edilmiş laflarla çıka geliyorlar. Bitmeyen bir kinle, bir memleketin dibi oyulurken o yaşam sahasında hayat hakkının kökten mahvı için adımlar atılırken, akıllarında yer ettiği kadarıyla ötekisini köşeye kıstırıyorlar. Muktedir bastırdıkça, cerahat güncelleniyor. Tüm o ezber edilenler bir şablon kılınıyor. Bir papağan gibi şakıma hallerinde nokta, virgül hiç değişmeden nefret kusuluyor. Türkiye'ye neden aidiyet duymuyor, neden her taşın altında bit yeniği arıyorsunuz diye soruyorlar. Bizim atalarımıza reva görülen zulüm bir asırda bu sahnede her ötekinin başına getirildi. Tek satır hesabı verilmedi. tek bir makamdan kalkıp özür dilenmedi suç kabul edilmedi. ne aidiyeti Allahınızı severseniz! Dönüp dolaşıp inatla kör bir tasavvurla birlikte bir sahadaki yaşamın kuşatılmasından hemen paralel aralıkta ol aksanlı sorgular devreye giriyor.
Bir yaşam sathı mahallinde, yaşatmama halleri sabah ayrı, akşam apayrı güncellenirken o vahameti sorgulamak yerine nefret ötekisine yükleniyor. Bir günah keçisi aranıyor ne ki o bahisteki hedef bir masal kahramanı değil. Burada sorgulanmaya çalışılan aidiyet kavramı bir yaşam bahsinin yerle yeksan edildiği, o hakkın Türk kimliğine has bir özellik bahsinin ötesi olmayacağı vurgusuyla birlikte çıkagelen bir yıldırma politikasıdır. Bir asırdan uzun bir süredir devam olunan ve fakat bir türlü o üst kimliğin kılınamayan, sahiplilik halini en olmadık şeylerle diğerleri için sınava dönüştürmek güncellenir. Denetim, gözetim ve illa ki tahakküm üçlüsünün kurduğu / yönlendirdiği ülke bahsinin her nereye çıktığı o aidiyet bahsinin sıradanı her neye dönüştürdüğü bugün yaşatılanlardan barizdir.
Euronews’ten aktaralım: “Adli Tip Kurumu, Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk ile ilgili sağlık raporunu tamamladı.
Euronews'ün edindiği bilgilere göre 4 Şubat tarihli raporda Tuğluk'un "cezaevinde kalabileceği" belirtildi.
Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilen raporda, 2016 yılından beri Kocaeli Kandıra F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan Tuğluk için "Hafif bilişsel bozukluklar tespit edildi. Cezai sorumluluğu tam" denildi.
Aysel Tuğluk'la Dayanışma Grubu, geçtiğimiz ay yaptığı açıklamada hafıza kaybı yaşadığı belirtilen Tuğluk'un serbest bırakılması çağrısı yapmıştı.
İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı, daha önce hazırladığı raporda “Hayatını yalnız idame ettirebileceği, tedavisi ve önerilen aralıklarla düzenli poliklinik kontrollerinin sağlanarak cezaevi şartlarında infazına devam ettirebileceği…” ifadelerine yer verilmişti.
Geçtiğimiz yıl Tuğluk’un serbest bırakılması için çağrı yapan İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Hapishane Komisyonu da "12 Temmuz 2021 tarihli Kocaeli Üniversite Adli Tıp raporunda, Aysel Tuğluk’un ‘demans’ hastalığının olduğu, hayatını sürdürmek için ikinci kişilerin yardımına ihtiyaç duyduğu açık biçimde ifade edilmiştir. Hastalığı hızla ilerleyen Tuğluk'un yaşamı riske atılıyor.'' denildi.
Ne olmuştu?
Aysel Tuğluk, HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı görevinde bulunduğu dönemde, 29 Aralık 2016'da tutuklandı.
Tuğluk hakkında hazırlanan iddianamede, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanlığı döneminde yaptığı açıklamalar ve faaliyetleri nedeniyle suçlandı.
16 Mart 2018’de kararını açıklayan Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi, Aysel Tuğluk'a “örgüt yöneticisi olmak” iddiasıyla 10 yıl hapis cezası verdi.
Yapılan itirazlara rağmen, Yargıtay 16. Ceza Dairesi de Tuğluk hakkında verilen hapis cezasını onadı.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 6-8 Ekim Kobane eylemlerine ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında Tuğluk için tutuklama kararı verildi.”
En başından bu yana denk gelenlerle birlikte bir yaşam akdinin çürümeye terk edilmesini bildirir Aysel Tuğluk’un başına getirilenler. Annesi Xatun Tuğluk’un cenazesine edilmiş fecaatin, Ermeni bunlar diye bir güruhun saldırmasının ardından yaşatılan travma birinci evredir. Düzenin madun siyaset pratiklerine itiraz ederek, Kürd ve onlarla birlikte hareket etmeye çaba sarf eden ötekilerin derdine ortak olup, düz ovada siyaseti var etmeye çaba sarf etmesi hedef kılınmasına ikinci sebep kılınır. Demokrasi beşiğiyiz diye buyururken bir yandan da en olmayacak denilen linçlerin pratiğine ulaşılmış yerdir var edilen çürüme bir biçimde devamlılığı sağlama alınan mahpus etme halleri. Aysel Tuğluk demans haline rehin edilerek, bütünüyle bu kaosun içerisinde bir de canına göz dikilerek sınanmak istenir. Devlet kurumu olagelen Adli Tıbbın artık insaniyet makamını değil, düşmanlık hukukuna göre hareket ettiğini göstere gelen bir rapor paylaşılır. Olan biten zaten yeteri kadar açıkken bir de “cezai ehliyet” icat olunur. Masumiyet karinesi yerle bir olunurken, cerahatli aklın Kürd temsiline düşmanlığının ulaştığı mertebe artık afaki ayrımcılığı da belgeler. Bir aidiyet bıraktırmayacak kadar belirgin bir biçimde bir yurtta iki satır hakkın, üç satır yaşama gailesinin üstü çizilmek istenir. “Hafif bilişsel bozukluk” tabirinin dahi o yıkımın / cenderenin her hangi boyutunda olduğunu Tuğluk’un yeterli bir kanıttır oysa.
18 Şubat Cuma günü, kadın hukukçular eş zamanlı olarak Aysel Tuğluk için açıklamada bulunurlar. Evrensel Gazetesi’nden aktaralım: “Kadın hukukçular Avukat Aysel Tuğluk'un ağır hastalığına ve yetkili sağlık kurumlarının verdiği "cezaevinde kalamaz" raporuna rağmen tutuksuz yargılanmaması ve tedavisinin geciktirilmesini, Adli Tıp Kurumu'nun görevini ihmal ederek duruma uygun bir tıbbi rapor hazırlamamış oluşunu protesto ediyor. Avukatlar, yetkili kurumları bir an önce sorumluluklarını yerine getirerek adalete, insan haklarına ve hukuka uygun hareket etmeye çağırıyor.
İstanbul, Ankara ve Mersin'de kadın avukatlar, Aysel Tuğluk için basın açıklaması yapmak istedi. Avukatlar İstanbul'da Tuğluk’un serbest bırakılması için Baro önünde buluşurken, Ankara ve Mersin'de yapılmak istenen açıklama polis tarafından engellendi.
Ankara’da adliye önünde avukatlar tarafından yapılmak istenen açıklamaya polis müdahalede bulundu. Avukatları döner kapıya sıkıştıran polisler basın metnini ve pankartı yırttı. Barikatlarla adliye önünü kapatan polisler ve avukatlar arasında arbede yaşandı. Adliye giriş kapısının ardında yapılan açıklamada konuşan Avukat Nurdan Kılıç, “Yaşatılan bu hukuksuz süreçte imzası olan tüm yetkilileri bir kez daha hukuka, bilime ve vicdana uygun davranmaya çağırıyor; Tuğluk’un tedavisinin insanlık onuruna yaraşır bir şekilde sürdürülebilmesi için bir an önce özgürlüğüne kavuşması gerektiğini hatırlatıyor, dayanışma çağrımızı yineliyoruz” dedi.
Kılıç, Aysel Tuğluk’un annesinin vefatından kısa bir süre sonra 2018 yılı ocak ayından itibaren başlayan ve hızla ilerleyen ve ağırlaşan demans/alzheimer hastalığı sebebiyle, önce Kocaeli Seka Devlet Hastanesinin teşhisi tedavisi ve sonrasında Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı tarafından hazırlanan yapılan teşhislerle Tuğluk’un hastalığının kronik ilerleyici seyirli ve hapishanede tek başına hayatını sürdürmesini engeller nitelikte olmasından dolayı cezasının infazının ertelenmesi gerektiğine dair sağlık kurulu raporu hazırlandığını söyledi. Rapor doğrultusunda avukatları tarafından hükümlü olduğu cezanın infazının ertelenmesi talebinde bulunulduğunu belirten Kılıç, “Ancak, yargı tarafından infaz erteleme ve tahliye konularında tek kurum olarak gösterilen ATK, Kocaeli Devlet hastanesi ve tıp fakültesi tarafından yapılan teşhis, tedavi ve hazırlanan raporları görmezden gelerek; hiçbir şekilde muayene ve gözlem yapmadan sayın Tuğluk’un cezaevinde kalabileceğine dair 2021 yılı Eylül ayında bir rapor hazırlamıştır. Bu aşamaya kadar, Aysel Tuğluk’un hastalığının ve cezaevi koşullarının kamuoyuna duyurulmamasının sebebi, Aysel’in kendinden daha ağır durumda olan hasta mahpusların var olduğu ve onların cezaevlerinde kalmaya devam ettikleri süreçte kendisinin ve hastalığının öne çıkarılmaması talebi ve özel ricasıdır. Aysel Tuğluk, insan hakları savunucusu kimliğini bu durumda dahi ön plana çıkarmıştır” diye konuştu.
Sağlık sebepleriyle bugüne kadar mahkemede beyanda bulunamaması nedeni ile, avukatlarının da talebi ile mahkeme tarafından ‘savunma yapıp yapamayacağının tespiti' için ATK’ya sevk edildiğini söyleyen Kılıç, “ATK’ya sevk kararında, savunma yapıp yapamayacağının tespiti istenmesine rağmen; ATK kendisinden talep edilen hususta bir değerlendirme yapmamış ve Tuğluk’a atfedilen fiillerin meydana geldiği döneme ilişkin olarak ‘cezai sorumluluğunun tam olduğuna’ dair rapor düzenlemiştir. 5 yılı aşkın süredir tutuklu bulunan Tuğluk’un, olaylar esnasındaki sağlık ve bilişsel durumunun ne olduğu hususu, talep ve konu dışıdır. Avukatları tarafından talep edilen ve mahkemenin ara kararında istenen ve ATK’nın değerlendirme konusu yapması gereken husus, sayın Aysel Tuğluk’un mevcut sağlık durumu itibari ile savunma yapıp yapamayacağı ve cezaevinde kalıp kalamayacağı hususudur” dedi.
“ATK raporunda tespit ve değerlendirmelerden rahatlıkla anlaşılmaktadır ki sayın Tuğluk’un bu haliyle savunma yapması mümkün değildir” diye konuşan Kılıç, tespitlere rağmen ATK bu hususta görüş belirtmekten özelikle kaçtığını ve sadece cezai sorumluluk boyutu ile değerlendirme yapmakla yetindiğini belirtti. Yıllardır etik, vicdan, bilim ve hukuka aykırı raporlarla gündeme gelen ATK’nin, politik mahpusların ağır ve ölümcül hastalıklarına rağmen mütemadiyen tıp bilimine aykırı raporlarından birini de Tuğluk için hazırladığını söyleyen Kılıç şöyle konuştu: “Bugün ayrıca, temel görevlerinden biri insan haklarının korunmasını sağlamak ve denetlemek olan Baroların, son dönemde sıkça gündeme gelen hasta mahpuslar ve cezaevlerinde ölümler konusunda sessiz kalmamaları gerektiğini de ifade etmek gerek. Ankara Barosu’nun, bir kadın avukat olan Aysel Tuğluk için bugüne kadar sessiz kalması kabul edilemez. Ankara Barosu başta olmak üzere tüm Baroları ve Türkiye Barolar Birliği’ni, Aysel Tuğluk ve onun nezdinde tüm hasta mahpusların yaşam hakkını savunmaya davet ediyoruz. Aysel Tuğluk’un tahliyesini talep ediyoruz. Ayrıca, ‘Kadınlar İçin Adalet’ talebimiz doğrultusunda Tuğluk ve onun gibi siyasi sebeplerle mahpus edilen tüm kadınların özgürlüklerine kavuşması talebimizi yineliyoruz. Ona yaşatılan bu hukuksuz süreçte imzası olan tüm yetkilileri bir kez daha hukuka, bilime ve vicdana uygun davranmaya çağırıyor; Tuğluk’un tedavisinin insanlık onuruna yaraşır bir şekilde sürdürülebilmesi için bir an önce özgürlüğüne kavuşması gerektiğini hatırlatıyor, dayanışma çağrımızı yineliyoruz.”
Mersin'de adliye önünde açıklama yapmak isteyen kadın avukatlar polislerin müdahalesi ile karşılaştı. Adliye önü çevik kuvvet tarafından kapatıldı. Kadınlar darbedilerek çember altına alındı, polisin gazlı müdahalesine maruz kaldı. Bazı kadın avukatlar yaralanırken, birçok avukat nefes almakta güçlük çekti. Mersin Barosu Başkanı Gazi Özdemir açıklama yapmak isteyen avukatlara destek vermezken, açıklama yapamayan avukatlar, adliye içine girerek Baro Başkanı Özdemir'le görüşmek üzere beklemeye başladı.”
Ötekisine duyulan kinin her ne boyuta vardığı gün aşırı çıkagelen bu beyanatların, bir dolu tanıklığın yamacında Aysel Tuğluk ve onun gibi nice tutsağa reva görülenlerden artık belirgin olandır. Hakkaniyet kavramının alaşağı olunduğu, masumiyet karinesinin bir hiçe endekslendiği bir uzamda olmakta olan hayata kastın ta kendisidir. Aralıksız bir biçimde süre giden Kürd düşmanlığın bir insana reva görülmeyecek hangi kanunsuzluk, hangi işkence varsa onun güncellendiği bir zemin hakkaniyete kavuşur. Aysel Tuğluk bir görünendir, gerçekten görülebilmesine çaba sarf edilen bir tutsaktır. Sözünü, hakkını ve hayatını savunmaya geçtiği için, muktedir için hedef kılınır. Kürd siyasetinin tüm kimliklerle birlikte var ettiği ortak akılla, demokrasi ve adaleti ararken, kaybettirilmiş ol barış için mücadele verirken tutsak olunur. İyi de onca bariz bir biçimde hedefe konulan bir siyasetçi her şeyden evvel bir yurttaşın, yaşam hakkı ne olacaktır sahi ama sahiden de!
Basit bir biçimde nefretin ambalajı değiştirilip yepyeni yıkımlara temel addediliyor artık. Tümüyle onca karanlık zamandan geçtikten sonra, her tahakkümün bir başka yıkımın ta kendisine evrimi teyit olunmuşken sanki daha ötesi varmış gibi çabalara düşülüyor. Aysel Tuğluk bariz bir örnektir, başına getirilenlerle, hedef kılınmasından tutsaklığına, canından can kopartılmış hallere tanık olduğu mezarlık saldırısından, aklının gölgelenmesinin en sert hali demansı tek başına yaşatılmasına bütün, girift halleriyle yaşamı gölgelenendir. Her şey ortada, her şey göstere göstere var edilendir. Bir fenalıklar hal ve isteminde ucu hep açık kalan bir sınama hep süreğen kılınır. Oysa başlı başına öteki denile gelen de bu toprakların kökündendir. En başta bu ülkenin hamurunda karılmış olandır. Ne yazık ki, bir zamanların meseli, hep geçip gittiği, artık tükendiği zikredilen bir mesele işte o inkar, şu nefret, burada kendine yer edilen ayrımcılık hallerinde o hamur, çamur kılınır! Hiçbir biçimde çözümü var edemeyen bir mekanizmanın oluşturduğu her şey çamurlaşmış olanı göstere gelir. Daha bunun adaleti, daha bunun demokrasisi, daha bunun hürriyeti vardır! Kim neyin hesabını her nasıl verecektir, sorgular mıydınız?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Murat BAYRAM – Deutsche Welle
#yara#mesel#hakikat meseli#aidiyet#kürd sorunu#söz#aysel tuğluk#cerahat güncesi#demans#kör karanlık#meram#kürd özgürlük hareketi#adalet mücadelesi#hayat hakkı#anlam#sorgu#adalet nedir?#demokrasi#barışa ne oldu?#hdp#nefret söylemi#öteki#başka türkiye vardır#arzihal
0 notes
Text
Nefret Şablonu
Duraksamak nedir bilmeyen bir nefret şablonu kesilip biçiliyor. Gündelik yaşam akdinin orta yerine monte ediliyor. Bitmiyor, tükenmiyor, bir nefretten bir başkasına süreğen, hiç aralıksız bir biçimde toplumu ayrıştırmak, un ufak etmek denemelerine girişiliyor. Bir yer bir yurt akımı, tahayyülünün köküne kibrit suyu dökülmesinin gayreti artık gizlemeye hiç ihtiyaç duyulmadan var ediliyor. İnsan olma hal / erdem / kapsamının daraltıldıkça sadece muktedir ve avenesi ile dünün devletinde kendilerinde yer bulan bir kesimin kılındığı salt ve sadece onlara ait bir meseleymiş gibi duyurulduğu bir zemin var edilendir. Çürümenin, kesif bir kokuşma halinin var edildiği, ötesinin aralıksız hınç alma, rövanşa dayalı hareket ve uyaranlarla biçimlendirildiği bir zemin günceldir. Devletin baki kaldığı bir sahne onun temelinde yer bulan insanın değeri sıfırlanmak istenir.
Hayat hakkının mahvına çabalanan bir yerde, olmakta olan cerahatin kutsanmasıdır artık afaki bir biçimde. Her gün, gündemin satır aralarına sıkıştırılan mesellerden, muktedir ve avenesinin paylaştıklarına, eyledikleri hallere bütünlüklü bir biçimde nefret kuşatması var edilendir. Cerahat yüceltildikçe, hayat hakkının mahvı için bir adım daha atılmış olur. Bir gün bir kimlik, başka bir gün bir başkası hedefe konulur. Bir gün bir temsil, başka bir gün bir diğeri alenen nefrete yem olunur! Her durumda nefret objesi kılınacak, misal değil de sahiden de alt edilmeye çalışılan bir yaşam biçemi, durum, duruş linç olunur. Daha yakın zamanlarda var edilmiş, Kürd nefreti, Ermenilere yönelik ayrımcılık, süreğen kılınmış ola gelen mültecilere yönelik tehditler ve benzerleri buna yetkin / kısadan birer örnektir. Açık ve aleni bir biçimlendirme ile duraksamak nedir bilmeden ötekisine hınç kusulur. Yaraları ile birlikte yaşamaya çaba sarf edenler için bir zamanlar yurt teşkil eden bir sahnenin açık bir halde cehenneme dönüşümünün sureti de peyderpey o bahislerle / atılan nutuklardan hemen sonra çıkagelen şiddetle, kırımla beraber kanıtlanır.
Evrensel Gazetesi’nden aktaralım: “Edirne Valiliği'nden yapılan açıklamaya göre İpsala ilçesi Paşaköy Köyü Mandakoru mevkiinde 12 göçmen donarak yaşamını yitirdi.
Valilikten yapılan açıklamada “02.02. 2022 günü İpsala ilçesi Paşaköy köyü Mandakoru mevkisinde Yunanlar tarafından geri itilen ve donarak vefat eden 9 göçmenin cansız bedenine ulaşılmıştır. Donma riski altındaki bir göçmen ise kurtarılarak Keşan Devlet Hastanesi’ne sevk edilmiştir. Arazide yapılan arama tarama çalışmaları sonrasında 2 göçmenin daha cansız bedenine ulaşılmıştır. Hastaneye sevk edilen göçmen de kurtarılamayarak vefat etmiştir. Vefat eden göçmen sayısı maalesef 12’ye ulaşmıştır. Jandarma, sınır birlikleri, polis ve AFAD ekiplerimiz tarafından arama tarama faaliyetlerine devam edilmektedir. Konuyla ilgili adli soruşturmaya başlanmıştır. Kamuoyuna üzüntüyle duyurulur” denildi.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda yaşamını yitiren göçmenlerin fotoğraflarını paylaşarak, "Tarih: 2.2 2022 Yer: İpsala Yunanistan Sınırı Ayakkabıları çıkarılmış, elbiseleri soyulmuş Yunan sınır birlikleri tarafından geri itilmiş 22 göçmenden 12'si dondu AB çaresiz, cılız ve insanlıktan yoksun. Yunan sınır birlikleri, mağdura cani, FETÖ'ye müşfik Allah rahmet eylesin" ifadelerini kullandı.
Emek Partisi Genel Başkanı Ercüment Akdeniz’de şu tweetleri atar:
“1- Van’da karlar eridiğinde ortaya çıkan cansız mülteci bedenlerini hatırlayın. Yetmedi, şimdi de Edirne-İpsala sınırında 12 mülteci donarak can verdi. Peki insanlığa, vicdana sığmayan bu ölümlerin sorumlusu kim?
2- Yunanistan’da bazı gazeteler haberi yalanlıyor. Türkiye medyasında ise Yunanistan tarafı suçlanıyor. AB aradan yine sıyrılıyor! Asıl sorun Türkiye ile AB arasında imzalanan Geri Kabul Anlaşması. Bu anlaşma durdukça ölümler devam edecek. Yunanistan da bu anlaşmanın tarafı.
3- Sığınma hakkına darbe vuran, Türkiye’yi göçmen hapishanesi haline getiren Geri Kabul Anlaşması derhal çöpe atılmalı! Zorla geri itme yahut ileri itme yöntemleri insanlık suçları kapsamında soruşturulmalı, sorumlular yargı önünde hesap vermeli.
4- Belarus-Polonya sınırında organize edilen “mülteciler üzerinden muharebe” emperyalizmin yeni göç rejiminin bir parçasıdır. Esin kaynağı ise Pazakule olaylarıdır. Bu insanlık dışı uygulamalara karşı çıkmadan “insanlık, vicdan” demek samimi olmaz, işe yaramaz.
5- Mülteci karşıtı, yabancı düşmanı, nefret yayan çevrelerin paylaşımları daha silinmemişsen; 12 cansız mülteci bedeni üzerinden başka ülkelere, halklara karşı şovenizmi körüklemeleri ise samimiyetsizliğin göstergesidir. Bunlara itibar edilmemeli.
6- Ege’nin iki yakasında sadece mülteci düşmanı çevreler yok; mülteci dostu güçler ve halklar da var. Kapitalist devletlerin vahşi göç politikasını red ediyoruz. İnsani bir göç ve iltica politikası için ses yükseltelim. Evet, hem karşıda hem bu yakada!”
Nefret şablonunun belki de en doğrudan hedef kıldığı mülteci, “haymatlos” kimlikleridir. Bir güvenli liman olarak bildirilen, oysa gerek Avrupa Birliği gerekse de Rusya, Amerika gibi ülkelerden gelen destek paketlerinin sömürüldüğü, mültecinin hayat hakkının bariz bir hiç addedildiği bir menzil var edilendir. Nefret simyası kurgudan hakikate evrilirken bir yandan da hayatların ipotek altına alınması kesintisiz kılınır. Cerahat büyütülüp epey hallice serpilirken, katledilmelerinin yolu da Yunanistan ve Türkiye arasındaki sır denilen ol yaşam köprülerinin birdenbire imhasıyla söz konusu edilir. Türk devletinin var ettiği ol aymazlık, nefretle yaşatmaz kıldığı insanların bir umut sınırın öte tarafında belki buluruz diye çıktıkları umut yolculuğunun sonu hazin bir kırıma çıka gelir. Türkiye’de mimlenmiş veya işinden, hayat hakkından men edilmiş olan insanlar gibi, Avrupa’nın sınır kapısı ola gelen Yunanistan’a varamadan bir dolu insan pek çok kez olduğu gibi yeniden katledilir. Daha önce Akdeniz açıklarından, daha yeni Belarus sınırında var edilmiş hayat memat hal ve mücadelesine bir kere daha Türk, Yunan sınırında yaşatılanlar eklenir. İyi de on dokuz kadar insanın hayatının böyle lalettayin bir biçimde çalınabildiği bir zeminde, her şeyin ol devletler nezdinde bile isteye var edilebildiği bir sahnede, cehennem dediğiniz her nedir ki sahiden?
Bianet’ten aktaralım: “AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Osman Kavala kararını tanımayacağı yönündeki açıklamasına CHP’den tepki geldi.
CHP Mersin Milletvekili Alpay Antmen, Erdoğan'ın AİHM'nin Osman Kavala kararını tanımayacağı yönündeki açıklamasını "Türkiye'yi Avrupa'dan, Ortadoğu bataklığına götürmek" olarak tanımladı.
“1989’da AİHM'nin yargı yetkisini Türkiye kabul etti. Yani AİHM bir iç mahkeme. Şu anda Saray ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan Anayasa'ya aykırı hareket ediyor” dedi.
Antmen, açıklamasında 2004’te Anayasa’nın 90. maddesine bir hükmün eklendiğini söyleyerek “Burada kanunla, uluslararası kanun çeliştiğinde son kararın AİHM tarafından verileceği kesinleştirilmiştir. Bu artık bir iç hukuk kuralıdır” diye konuştu.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tamamının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına uymak zorunda olduğunu belirten CHP’li Vekil “AİHM’nin kararını tanımıyorum demek, ona ayar vermeye çalışmak demektir. Mahkemeden istediği kararı çıkmayınca onu tanımıyorum diyemezsin. AKP’nin ve Erdoğan’ın istediği şey Türkiye’nin Avrupa Konseyinden atılması ve ülkeyi bir Ortadoğu bataklığı, kabile devleti yapmak” ifadelerini kullandı.
Ne olmuştu?
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 2 Şubat'ta Gezi davasının tek tutuklusu olan Osman Kavala'nın AİHM kararına rağmen serbest bırakılmamasıyla ilgili 'ihlal sürecini' resmen başlatmıştı. Komite, dosyayı AİHM'e göndererek Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni ihlal edip etmediğine karar vermesini istemişti.
Dışişleri Bakanlığı da karara karşı iç hukukta devam eden dava sürecinin göz ardı edildiğini savunmuştu. Kararı siyasi saik olarak nitelendirmişti.
Erdoğan'sa "AİHM ne demiş, Avrupa Konseyi ne demiş, bu bizi ilgilendirmiyor. Biz kendi mahkemelerimize saygı duyulmasını bekliyoruz" açıklaması yapmıştı.”
Düzenin var ettiği nefret şablonunun her nasıl işlevsel kılındığını bildirir bir kere daha, Osman Kavala için AİHM’in verdiği karara riayet edilmeyecek olması. AİHM’e zorunlu yargı yetkisi 27 Eylül 1989 tarihinde verilir. Bir iç mahkeme kılınan makam doğrudan bu ülkede var edilebilecek olan hukuki kararların akıbetinin sorgulanabilmesi, yargıda tıkalı kalmış ya da çözülmemiş olan davalara dair nihai kararların var edilebileceği, hükmün verilebileceği bir iç mahkeme kılınır. Üzerinden onca zaman geçtikten sonra bugün orada bildirilen hakkaniyet kavramı tanınmayacak bildirilir. Hizalar / kırmızı çizgiler, normların anti normatif hallere terk edilmesinin izleri üstünde ilerlerken bir de hukuksuzluk çizgisi üstünde ilerler bir ülke. Yönetim katının, baş amirden başlayıp silsile halinde ötekileştirile gelen insanlara, onların hak mücadelelerine bakışlarının esef verici sureti de ortadadır. Bir Avrupa ya da Orta Doğu ülkesi olmaktan ziyade hukuksuz, hiçbir evrensel nizamın yerinin kalmadığı / bırakılmadığı bir cerahattir mesele. Bununla bir ülkenin şablonunun yine yeniden inşasıdır mesele. Aralıksız aşağı yukarı beş yıldır nedensiz / mübalağasız bir boş evrak kalabalığı öne sürülerek, boşa doluya ithamlarla, onla görüşmüş, bunun yapmış gibi ithamlar ile yok yere bir insanın mahpus edilmesi sorgulanmasın istenir. AİHM’in her durumda Türkiye’nin bir doğrudan ortağı olduğu, ona göre kararlar alırken iyi geriye kalanları verdiğinde kötü ilan edilmesinin ceremesi de diğer yandadır. Osman Kavala’yı o nefret şablonunda hedef kılabilen iktidar kimseye de hayatı sorgulamayın, bu ülke için sakın ola iyi bir şey yapmaya çalışmayın (bizim haberimiz olmadan!) buyurur. Onca yıllık yargı garabetliği, üstüne çöreklenmiş olan darbeci, foncu, şucu, bucu yakıştırmalarının müsamerelik trajikliği bir yana, nefretin ele alındığı yerdeki istikametin her nasıl bir utanç olduğu bir kere daha kayda geçer. Bunu da tarih bir biçimde yazar, yazıyordur belki!
Nefret el alınan, kılavuz bilinen bir yola dönüştü bugün. Kötülüğün temsilini bir deneyim kılmak için, olur olmadık her gün var edilmiş katran karanlığının temel harcı o nefretin ta kendisiyle karılır kılındı. Günbegün, noktasına, virgülüne dokunulmadan isimler, kimlikler ya da aidiyetler değiştirilip, sözüm ona demokrasicilik oynanırken yıkımın olası eziyetlerin de istikrarı (!) sağlanır bir kere daha. Yüz koca yıla yakındır bir türlü hakkaniyet kavramını var edememiş, o anayasa denilen evrensel haklardan biriktirilen bir özet bahsi dahi sonunda çürütmeyi başaran bir yerde nefret her defasında birilerinin canını yakmaya vesile kılınır, kılındı! Düpedüz hayatın hiç edildiği zemin, o nefretle dün x, y, z için bugün a, b, c için ama her defasında devletlinin abecesinden çıkarttığı, yok ya da hiç addettiği kesimler / kimlikler için sürdürüldü. Bu kadar afaki bir toplamda, böyle açık ve aleni bir kötülük sarmalında hayatın istikameti kalır mı? Müşterek bir yaşamı her anlamda denetleyen, gözetleyen ve kuşatan bir iktidar pratiğinin nefretle buluştuğunda var edeceği katran karanlığı dert değil midir? Hemen her halükarda muasır medeniyetler diye lafa başlarken, kendi üstünde yükseldiği o medeniyetler birlikteliğini devamlı ama hep bir biçimde sürekli tarumar eden yerde nefret / kötülük / kindarlıkla hangi doğruya nasıl ulaşılır. Dipsiz, dehşetten başkasına yer bırakmayan, daimi bir kokuşmuşluğun şu sahneye ettiklerini anlamak için alim olmaya hacet yokken yanlışlarla hangi gün var edilebilir? Bildiğimiz tüm anlamlarıyla nefret hayatı paramparça ederken, takvimin her yaprağı acıya boğulurken insan olmanın gereği ne zaman akla düşecek, meselemizdir. İlgililere duyurulur.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Ankara Katliamı... - @izinsiz – 1 + 1 Express
#meram#arzihal#sesler#yıkım#sessizin sesi#kötülük sarmalı#biyopolitika#çürüme#cerahat güncesi#anlam#yorum#kötülük#mülteciler#haymatlos#edirne#hayat hakkı#donmak#insan101#demokrasi#nefret suçları#siyasa#muktedir#yunanistan#yorumlama#hayat nereye#söz hakkı#cerahat#ayrımcılık#izinsiz#osman kavala
0 notes